Beyni olan düşünür. Hayatını idame ettiren her insan evladının bir beyni olduğuna göre, hepsi bir şeyler düşünür. Düşünce deyince, bunların hangisinin daha değerli olduğunu nasıl biliriz? Düşüncenin iyisi nasıldır yani?

Bu konuda basit bir kritere bakıyorum: Bir düşünce ne kadar vazıh, açıksa, o kadar iyidir. Ayrıntılı olması değil, vazıh olması önemli çünkü kimi zaman ayrıntı fikri boğar ve fikirdeki eğriliği örter.

Vazıhlıktan kastım, manası herkes için aynı ve anlaşılabilir demek. Bizde düşünür deyince, kendi söyler, ancak kendi ve çevresi anlar tarzı adamlar geliyor akla. Amenna, bunlar da düşünür ama ne dediklerini çoğu farklı anladığından, ürettikleri düşüncenin kalitesi düşüktür. Çökmeye, delinmeye, esnemeye yatkındır. Tohumlarını kuşlar yer. Diktikleri ağaçlara keçi dadanır.

Vazıhlık kriterine göre, mesela Hegel iyi bir düşünür değildir, Schopenhauer ondan iyidir, Kant da ondan iyidir ama Hume bunların hepsinden iyidir. Şahsen İngiliz başarısının temelde vüzuha ve açıklığa verdikleri önemden kaynaklandığını düşünürüm. Batı medeniyetinin başarısının temelinde de bu vardır.

Allah İbrahim Halilullah dışında kimseye tek başına bir medeniyet kurmayı nasip etmemiş. Fikir vazıh olduğunda, yani bir insanın ne dediğini anladığımızda, kabul veya reddetmek elimizde olduğunda, fikir oyununa, düşünce faaliyetine katılan çok olur. Umran ve medeniyet bu sebeple vazıhlık etrafında büyür. Ben vazıh bir şey söylersem, sonra başkası da bunu vazıhen geliştirebilir veya reddebilir; sonra başkası da ona katılır, bu faaliyetin sonunda hayatı daha iyi anlar, daha doğru işler yapabiliriz. Ancak mistik bir takım fikirler serdedip, bunların insanı daha iyi yapacağını iddia ederek, insanlara müphemlik aşılayarak, düşünce faaliyetinin değil tek bir kafadan serdolunan lafın insanın iyi yaptığını iddia etmiş oluruz.

Bizde değerli düşünce adamı, söylediklerinin mümkün olduğunca anlaşılmamasına, her beyni olanın ona erişmemesine gayret eder. Ayak takımına düşünmek fazladır, onların yapması gereken büyük üstada hürmet edip, çayını getirip götürmek ve ayakkabılarını parlatmaktır.

Tarihçinin biri, Batılıların medeniyetçe ilerlemelerinin önemli sebeplerinden birinin Greklerin, Fenike alfabesini alırken, fazla gelen harfleri sesli harfe çevirmeleri olduğunu söyler. Fenike alfabesinde ve onun temeli Mısır Kopt yazılarında, Fenike yazısının diğer evladı Arap ve İbrani yazılarında ünlü harf yoktur, sadece ünsüzler vardır. Sesli harfleri yazıda açık açık belirtmek, diğerine göre daha vazıhtır. Bu sayede, okuma bilen bir insan, yeni bir kelimeyle karşılaştığında okuyabilir ancak mesela Arap/İbrani/Finike/Çin yazılarında, kelimeyi başka birinden sözlü olarak öğrenmemiş biri, sadece yazısına bakarak onu okuyamaz. Bu basit fark, tabii ki tek başına medeniyet farkını izah edemez ancak vazıhlığın anlamını gösterir.

/Doğu/ vazıhlığı, terbiyesizlik ile enayilik arasında bir yerde anlıyor. Çinliler vazıhlığın tezi Konfüçyüsçülük ile, antitezi Daoizm arasında, Müslümanlar vazıhlığın tezi Kur'an-ı Kerim ile, antitezi gelenek arasında, ikincilerine temayül gösteriyor. Üstadlar yanlış çıkmak yerine, yanlışın da, doğrunun da bir olduğunu, iyilik adına kötülükle mücadele etmek yerine, hepsinin Allah'ın işi olduğunu söylemeyi tercih ediyor. Kendileri benim gibi naçiz ayak takımına da susmayı telkin edince, fikrimizi herkese açıkça söylemenin bile maharet haline geldiği noktaya inkılab ettik. Vazıh olup kalp kırmak yerine, müphem olup fitne üretiyoruz. Bunu da maharet sanıyoruz.

Batı medeniyeti yavaş yavaş vazıhlığı terkediyor ve kendini değişik türden mistisizmlere kaptırıyor. Bu arada biz daha vazıh olmayı öğreniyoruz. Daha net konuşmayı, büyüklerin bildiğini sandığı şeyleri bilmediklerini, anlaşmaları net yapmanın önemini, doğru ve eğri arasında net ölçüler getirmenin kıymetini, büyük ölçüde onları taklit ederek yeniden öğreniyoruz. Yüz yıl sonra, insanlığın fişi çekilmemiş olursa, bağımsız fikirlerimiz bile olabilir. Umut fakirin ekmeği.