Türkçeyi en iyi benim bildiğimi iddia edecek değilim. Benden daha iyi bilenler çoktur. Ancak kendimce bir söz zevkim olduğuna inanırım. Bazı kelimeler, bazı tamlamalar, bazı ifadeler tarifi zor bir daralma hissi yaratır. Kaçmak gerekir, yazıyı, konuşmayı, sözü bırakıp nefes almak gerekir.

Modern Türkçe dediğimiz lisanın hayli yüksek oranda nevzuhur kelime içerdiğini düşününce, karşılaştığım kelimelerden pek azından tansiyonumun çıkmasını munisliğime veriyorum.

Kullanmıyorum. Kullanmayı sevmiyorum. Kullanılan yazıyı ciddiye almıyorum: Misal salt, yanıt, yapıt gibileri; mecbur kalırsam belki. Bunların hiçbiri dilime yeni anlam katmıyor. Çirkin, kendi varlığından muzdarip, kaba seslerden mürekkep. Bir insanın eser telifiyle, yapıt yaratısı arasında fark var ve maalesef dilimiz yapıta kaydıkça sanatımız da yaratıya kayıyor.

Acıyı derinleştiren tarafı bu dil değişimin siyasi saiklerle yol alması. Kendi kendine gelişen kelimeler, misalen çekyat, yüklenici gibileri çok rahat kullanım bulurken, başka dillerin boyunduruğu davuluyla halay çekenlerin bulduğu karşılıklar kendini belli ediyor. Yeni kelime üretmek için şairlikten azıcık pay sahibi olmak lazım. Bizim dil yaraları biz bürokrat elinden çıktık diye bağırıyor.

Bugün öğrendiğiniz İngilizceyle yüz veya ikiyüz sene önceki metinleri okursunuz. Türkçe için, alfabe sıkıntısı bir yana, ne kelime karşılıklarını, ne bunların nüanslarını bilecek durumdayız. Bırakın yüz seneyi, elli sene öncesini bile anlamak zor. Kedi ve ciğer hesabı, eğer yüz sene önce buralarda Türkçe konuşuluyorsa, şimdi o dil nerede, yok eğer bugün konuştuğumuz Türkçeyse, yüz sene önce bu topraklarda ne konuşuluyordu?

Bu dil keneleri aynı zamanda ucuz. Hemen üretmek, hemen kullanmak, kendimize göre biçim vermek mümkün. Salt deyince ben genelde sadece, sırf anlıyorum ama bunu mutlak anlamında kullanmak da mümkün, dilerseniz saf şeker için salt şeker dersiniz ve benim gibi birkaç kişi dışında kimse bundan rahatsız olmaz. Baktınız bir kelimeyi bilmiyorsunuz, mesela maderşahi demeyi öğrenmemişsiniz, İngilizce’den maternal ifadesini çevirmek gerekti. Herhangi bir şey öğrenmeye, bu nasıl denir acaba demeye, sözlük karıştırmaya ihtiyaç duymadan anat dersiniz, olur biter. Herkesin konuşmayı bildiği ama kimsenin anlamadığı dile yeni bir tilcik eklersiniz.

Bina edilmiş dilleri, Esperanto gibi, Lojban gibi dilleri severim. Bunların entelektüel gayesini takdir ederim. Ancak bizim durum farklı. Bizde herkesin kullandığı dilin, ilmeklerinden sökülen ipek bir halının paçavraya dönmesinden bahsediyorum.

Bu kelimeler, siyasi telmihlerinden dolayı da beni rahatsız ediyor. Türkiye’de derdi İslam, müslümanlar, Kur’an, din, ve benzeri konular olduğunu söyleyen, ancak hasmının diliyle anlatmayı, dahası o dili biliyor olduğunu göstermeyi seven çok entelektüel var.
Bunun arka planındaki aşağılık kompleksi, Hz. Peygamber'in tırnak keserken dahi müşriklerden farklı bir sıra tavsiye ettiği ümmetin okumuşlarına yakışmıyor.

İmlası bozuk güzel yazı yazmak teoride mümkün olduğu halde, pratikte pek rastlamam. Aynı şekilde teoride mümkün olduğu halde bu kelimelerle orijinal düşünce aktarılabildiğine de rastlamıyorum. O sebeple şöyle bir bakıp, ilk yaraya kadar okuyor, eğer ufak bir çizikse görmezden geliyor, derin bir yaraysa, yazıyı kendi halinde kanamaya bırakıyorum.