İçinden ne geliyor? İnsanlığı kurtarmak mı? Hayır. Kurtulmuş herkes. Kimsenin daha fazla kurtulmaya ihtiyacı yok.

Nasıl yaşamalı? sorusu insanın cevabını hayat boyu vermeye çalıştığı bir soru. İnsan kabul edilen herkesin kafasında bir yerlerde olmalı bu. Hayat dersi de sorusu da kendi içinde saklı bir imtihana benziyor.

Bu soruya verilen cevaplarım vardı. Bunların değiştiğini görüyorum. Hislerim, alışkanlıklarım, yaşım, çevrem kaynaklı bir değişim olabilir. Önemli olan merak ettiğim, özlediğim ve daha iyi olduğuna inandığım bir çok şeyin manasız olduğuna kanaat getiriyorum. Vazgeçilmez gördüklerimin anlamı kalmıyor, insanların bütün afra tafraya rağmen sonunda keyifleri ne derse onu yaptıklarını ve yaptıklarının çok zaman yanlış olduğunu görüyorum. Büyük lafların gerçekte küçük tutkulara geçerlilik sağlamak için üretildiğini görüyorum.

Doğru yaşamak diye bir şey var mıdır? Önceden herkese göre değişir diyordum. Artık, hayır, o kadar da değişmez diyorum. Eğer gidebileceğiniz sonsuz sayıda yol varsa; yaşamak için, sonsuz değilse de saymak istemeyeceğiniz kadar var; herhangi birinin diğerlerinden daha doğru olması için de bir sebebiniz yoksa; herkes kendine göre yaşasın dersiniz.
Ancak herkes kendine göre yaşasın demek gerçekte güçlünün borusu ötsün ve insan, çoğunun hayatını idare edecek kadar bile aklı olduğundan şüphelenmeye başladığım insan, renkli, çekici, kolay, ucuz neyse onu tercih etsin demektir. Nitekim öyle oluyor, insanlar kendilerini bugüne getiren değerleri sermaye yapıp yeni değerler üretmek yerine, en ucuzundan, çalışmadan, kafa yormadan, inanmadan bu değerleri satıp, onları ayağa düşürüp kendilerini de, hayatlarını da ucuzlatıyorlar.

Cinselliğin yasak olduğu yerde meme gösterip ilgi çekmek kolaydır. Peki bu yasak kalkarsa ne göstereceksin? Kadın güzelliği artık bizi ilgilendirmediği zaman ne göstereceksin? Şimdiden mesele daha ilginç, daha çarpıcı fotoğraf bulmak anlamına gelmeye başlamadı mı? Şuh poz vermiyorsa, hangi organının ortada olduğu önemli değil.

Çoğunun ayık olduğu yerde kendini içkiye vurup rahatlamak kolaydır. Peki ya hepimiz doğru yolun bu olduğuna kanaat eder, akşam konuşur konuşur, sabah hepsini unutursak ne olacak? İnsanlar tadını çıkardıkları hürriyetlerin başkalarının hürriyetsizliği sayesinde yaşanabildiğinin farkında değiller mi?

Kendimi tutmasam sen o kadar serbest olabilir misin?

Kant’ın söylediği her şeye inanmam ama bu konuda ona hak veriyorum: Bir şeyin doğru olup olmadığına karar vermek için herkesin bunu yaptığı durumları göz önüne alalım.

Cinselliğin tamamen ve her anlamda serbest olması, misal, herkes için geçerli olsun. Evlilikleri, beraberlikleri ortadan kaldıralım, neticede biriyle sevişmemin başkasına bir zararı yok, iki kişi arasındaki bir mevzu; basit bir eğlence, kim ne diyebilir?

Ne olur bundan sonra? Çoğu erkeğin bir kadından arzuladığını daha rahat hayata geçirme imkanı olur. Kimseye aşık olmak gerekmez, zaten cinsel dürtülerin bir dışavurumudur aşk. Aşık olunca daha kolay atlatmak mümkün olur. Kadın da cinselliğini sonuna kadar yaşayabilir. Birine adres sormak kadar kolay olsa mesela: sizinle şuracıkta sevişelim mi?

Olur tabi, otobüs bekliyordum ama bir sonrakine binerim.

Sonunda insanın daha da yalnızlaşması, cinselliğin adi bir vaka haline gelmesi. Belki bu yüzden cinayet işlenmemesi, insanların kavga etmemesi, boşanmaması, ama zaten kimsenin umurunda olmaması. Zira bu kadar rahat bir cinselliğin sonunda erkek de, kadın da, bir sözleşme ihtiyacı içinde olmayacaktır. Herkesin herkesle her şekilde beraber olmasının sonu, kimsenin kimseyle beraber olmayışıdır. İnsanlar sizinle gidip şuracıkta sevişelim mi? diye bile sormayacak, soran olsa bile, otobüs bekliyorum, şimdi olmaz cevabını alacaktır.

Çünkü bir sonraki durakta da bulabilirsin aradığını.

Gerçekte kaybedense kadın olur tabii. Güya kadının cinsellikte önünü açarken, gerçekte erkeklerin daha kolay kadın bulmasına yardımcı olduğu gibi… Kadınlar hürriyetleri genişledikçe yalnızlaşıyor, erkeklere (veya tüm insanlara) güvenlerini kaybediyor. Neden tanımadığım ve asla bana yük olmayacak biriyle bir iki saatliğine vücut sıvısı üretmek varken, birinin kaprisini, derdini, hayatını çekeyim?

İnsanın rahatlamasına yardım eden tüm hürriyet biçimleri buna benziyor. Bunların bir hürriyet konusu olması, ancak bazılarının –hatta çoğunluğun– onlara yanaşmamasından dolayı. Bütün çocuklara süt yerine bira içirmek, misalen, birayı çok seven insanların da işine gelmez. Kimsenin ayık gezmediği bir dünyada yaşamak da öyle; garson ayık değilse sana bira yerine şarap getirir, hesabı şişirir, kimse kimseye güvenemez, zira belli değil, ne yuttun, ne yedin, ne içtin; söylerken kafam yerinde değildi dersin geçer gider tüm sorumluluk. Kimsenin kimseye ayık mısın deme hakkının olmadığı bir dünyada yaşasak, misal, kim kiminle hangi anlaşmayı yapabilir?.

Modern insanın verdiği cevap şuna benzer: Biz tamamen sınırları kaldıralım demiyoruz, çocuklara bira vermek tabii ki doğru değil, çalışırken içmek de öyle, insanların bu kadar rahat cinsellik yaşamalarını istemiyoruz, sadece şimdikinden azıcık daha serbest olsalar yeter.

Ah, evet, tabii ki, bir yerlerde sınır olmalı, o aptal vecizenin tabiriyle benim hürriyetim, senin hürriyetin falan filan. Peki sevgili dostum, kim karar veriyor bu sınırlara? Neden sen kendinde böyle bir hak görüyorsun? Kimsin ki doğruyu eğriyi benden daha iyi bilecek? Yani içki içmenin gerçekte güzel bir şey olduğuna ve bunun çocuklara zararlı ama büyüklere faydalı olduğuna kim karar veriyor?

İnsanlar böyle doğrusunu kim belirliyor konularında sözleşme yaparlar. Kimse için ideal durum değildir bu, evet, ama insanların buluştukları bir nokta vardır ve davranışlarını kontrol etmenin güvensizlikten daha kolay olduğuna karar verirler.

Evlilik ne kadın için, ne erkek için ideal bir durumdur, ancak biyolojik ve sosyal şartlar öyle bir noktada buluşturmuştur insanları. Bazılarının içki içip, bazılarının içmeyişi de aynen öyledir, ben içmeyen biri olarak içenlerden hazzetmem, içenler de benim gibi içmeyenlerden hazzetmez, ancak aramızdaki sözleşme, yani benim gidip birilerini içtiğinden dolayı saldırmayışım, onların da beni içmeye zorlamayışları herkes için hayatın en kolay noktasıdır.

Ancak böyle sözleşmelere uymam, sözleşmenin karşı tarafının yaptığının doğru olduğuna inandığım anlamına gelmez. Elimden gelse, daha kolay olduğunu bilsem, evet, ortalıktan içki denen nesneyi kaldırır, insanların içmemesini temin ederim. Uğraşmak elimden gelmediği, beceremediğim, kaynaklarım –sözlerim, uğraşma gücüm, ikna hevesim, zamanım– sınırlı olduğu için buna kalkışmam. Yine de yapılanın doğru olduğuna inandığım anlamına gelmez.

Modern hayat biçimi, daha doğrusu gelenekleriyle dalga geçen ve onun sınırladığı her şeyi baş aşağı ederek eğlenenlerin hayat biçimi çok renkli üretimlerin olduğu, keyif içinde ömrünüzden mezun olmanın yollarından biri gibi görünüyor. Geleneklerimiz de, toplumumuz da aptalından, bönünden, çirkininden kıtlığın çekilmediği kaynaklardır. Ucuz yoldan eğlence sunar. Yine de konu doğru nedir? sorusuna geldiğinde, modernlik de, eleştirdiği, güldüğü, dalga geçtiği gelenekler kadar –belki daha da fazla– yanlıştır. Ancak modern insan bu yanlışların hemen hepsini kendine ezeli hak olarak görür. Değiştirilmesi, sorgulanması teklif dahi edilemeyen haklar, özgürlüğün gerçek anlamı, doğru nedir diye sormak yerine, özgürlük der, yapabilir miyim, yapamaz mıyım? Yaparsın, ama yapmak doğru mudur? Cevabını aradığımız asıl soru budur.

Demokrasi veya özgürlük benim açımdan sadece bir sözleşme anlamına geliyor. Zımnen veya vazıhen yapılmış bir sözleşme. Doğrunun kendisi değil, daha büyük yanlışların önüne geçen bir sözleşme. Bir gün değişmesi mümkün –ve elbette doğru lehine değişmesi için gayret edeceğim– bir sözleşme.

Bende değişen şey işte bu: Özgürlüğün kendisinin herhangi bir anlamı olmadığını anlayışım, özgürlük içine hayatı doldurduğumuz bir bardak olabilir ama içini neyle dolduruyorsan, bardağın tadı odur…

Bardağını hakikatle doldurmak niyetindeyse insan, özgürlük fısıltılarından çok, ağacın meyvesine ve kimin doğru yaşadığına bakar.

[Gece Dikilen Ağaç] #toplum #özgürlük #sözleşme #demokrasi #seks #iyi #doğru #güzel #içki