Aşktan bahsetmeyi sevmiyorum. Aşk yazmayı bile sevmiyorum. Yazmak zorunda kaldığımda ayn-şin-kaf ile yazmayı tercih ediyorum. Şehvet erbabının aşk diye okuduğunun ise elif-şin-kef diye yazıldığına dair şüphelerim var, aşkım dediği yerde aslında eşeğim demeye çalışıyor.

Zihin hacamatı kabilinden yazılar yazmam gerek. Zihin sağlığımı korumak için yılda ikiyüzellibin kelime civarında yazmam gerekiyor. Böyle söyledim birine. İnanmamış göründü.

Kalite peşinde değilim, yazıda kalite nedir, ondan da emin değilim. Yazının tuhaf bir terkibi var, bugün için iyi yazı yarın okunmaz hale gelebiliyor, yarın için yazdığını sanan da bunu görecek kadar yaşamıyor. Şahsen Türkçe'nin çürümesi bu hızla devam edecek olursa, kullandığım kelimeleri anlayacak kimse de kalmayacağı için yarın için yazıyor olduğumu da ummuyorum. Bugün için yazmadığım da aşikar.

Firdevsi için tek başına Fars dilini kurtaran adam derler, İranlıların büsbütün Arapça konuşmaya başlamayışları Şehname sayesindeymiş. Bazen imreniyorum, yazının tek geçerli entelektüel ortam olduğu zamanlarda yaşadığı için yapabilmiş bunu, bugün başka bir dünyada, tek dilin herkes için daha verimli kabul edildiği bir dünyada yaşıyoruz. O tek dil Mandarin veya İngilizce olacak gibi görünüyor, belki başka bir şey de olur ama Türkçe olmayacağı muhakkak.

Eğer aynı etkiyi meydana getirse, İngilizce yazmayı da denerdim. Hitap kitlesinin daha geniş olması demek en azından. Ancak Türkçe yazmayı ellerim bile bilirken, İngilizce'yi düşüne düşüne yazmam gerekiyor. Onun etkisi de aynı değil. İngiliz bıçağıyla zihin hacamatı olmuyor.

Belki bir gün bu yazdıklarımı okurun zihnine göre tercüme eden makineler olacak. O zaman hangi dilde yazdığımın bir anlamı kalmayacak. Bilgisayarlar muhtemel bütün anlam ihtimalleri üzerinde durup, hangisinin daha makul olduğuna karar verip, okurun zihninde hangi kavramlara tekabül ettiğini takip edip, hususi tercüme yapacak. O zaman herkes herkesi okuyabiliyor olacak.

Öyle bir dünya okunmuyor olmaktan bile daha korkutucu geliyor.

[Geçmişin Uğultusu]