Neden Artık Şiir Yazmıyorum? Birkaç seneden beri haikular ve dörtlükler dışında şiir yazmıyorum.

Bilmediğimden değil, çok kötü yazdığımı da düşünmedim, bırakıp şemsiye
yapmamı söyleyen de olmadı. Birincisi Bachmann'ın *şiir yazmam gerektiği zaman yazabildiğim bir şeye
dönüşmüştü ve onun için bıraktım* dediğini okudum. Benim için de
benzerdi. Laf olsun, torba dolsun kabilinden yazabiliyordum, kafiyesi,
vezni şusu busu *kitleye* göre ayarlanmış, ne ölçüde aşk, ne ölçüde
yalnızlık, ne ölçüde eski kelime kullanılacağını yemek yapar gibi
belirleyebildiğim şiirler. Bunların *kız tavlama* konusunda belki
faydası olabilirdi ama şiir yazmışım gibi gelmiyordu hiç. (Belki eski
şiirleri de toplarım yakında, kararınızı kendiniz verirsiniz.)

Günümüzde *büyük şairler* de dahil olmak üzere, çoğu şiirde bu yapay
kokuyu alıyorum. Bir insan şiir yazma heyecanını on yirmi kırk sayfa
devam ettiremez; o kadar uzun şiir yazıyorsa, ya epiktir ve hikaye
anlatır, ya da şiirin tekniğini sömürme peşindedir. Bana her zaman tuhaf
gelir, her sabah oturup yarım saat şiir yazmak, veya yazmış olmak için
şiir yazmak mesela. Düzyazı için bunu anlarım ve kendim de bir ölçüde
düzenli yazmaya çalışırım, ancak şiir için başka haller de gerekir,
gerekmelidir. Yoksa bunun kuru yazılardan bir farkı olmaz, mesele şiir
cümlesi kurmaksa, cümleleri yazar, yüklemi bir satıra, özneyi başka
satıra alır, nesneyi ya siler, ya şeklini değiştirisiniz; olur size
*şiir*. Bunun için fazla afra tafraya da gerek yok, cümleyi öğelerine
ayıran bir algoritma, gayet başarılı *şiir* de yazar. İkinci sebep ise hiç bir zaman Esra
kadar iyi yazamayacağımı düşünmem oldu. O şiirleri pişiren iklimi az çok
bildiğim için, kendi çapıma uygun işlerle meşgul olmaya karar verdim.
İklim değiştiğinde şiirlerin değişmesinden de, bu meselenin bir *tabiat*
meselesi olduğuna kanaat ettim. Nasıl ki maddi imkanınız olmayınca araba
alamıyorsanız, manevi imkanınız olmayınca da şiir yazamazsınız. Belki
yazarsınız da, karton araba ne kadar arabaysa, o da o kadar şiir olur.

Şiiri benim için nesirden ayıran, formdan ziyade kişinin tecrübe ve
duygularına kök salmış, oradan besleniyor olmasıdır. Şair başkalarının
başına gelenden ders almaz, etrafı takip etmez, illa kendi yaşar, onu
besleyen yaşadıklarıdır. Nesirle uğraşan ise etrafıyla daha ilgilidir,
hikayeci kendi başına gelenden çok başkalarınınkini anlatır, denemecinin
derdi de etrafa dair ahkam kesmektir. Buradan bakınca, aslında hala şiir yazıyor ancak bunu şiirmiş gibi
değil, düzyazıymış gibi yazıyor oluyorum. Zaman zaman burada okuduğunuz
bazı yazıları şiir diye sunmak mümkün. Yine de şiir formunu ondan daha
iyi anlayanlara terk etmeyi uygun buluyorum diyelim. Şairlik zor geliyor
da diyebiliriz. Korkup kaçtığım da doğru olabilir.

[Geçmişin Uğultusu]