Bir hüzün denizinde sallanan kayık, kaşık kabilinden aklımla idare etmeye çalıştığım, her fırtınanın beni bilmediğim kayalıkların dibine bıraktığı kayık… Seninle biz hangi mehtapları paylaştık, hangi yosunlara -ah, fikir dedikleri yosunlara- yapıştı kaşığım, çekip alınca nasıl da yosun bulaştırdım hep elime yüzüme…

Şimdi derdim deniz kızları. Bir görünen, bir kaybolan, hüznün altından gülümseyen kızlar. Yosun gibi yapışkan değil ve kayalıklar kadar korkutucu. Gördüğüm tüm resimlerden daha sahici ve hüzün denizinde kayığımı, özenle koruduğum üçgen kayığımı batırmaya namzet kızlar, kendimi ellerine bırakmamı bekliyorlar.

Kaşığım yön göstermiyor, mehtabı seyretmiyorum, denizin sessiz karanlığında birinden yansıyacak tek ışık için geceler boyu nöbetçiyim. Biliyorum, saraylarında nefes alamam, cesedimden gayrısı öpemez onları ve yine biliyorum, hüzün denizine onlar için dalacağım.

[Geçmişin Uğultusu]