İnsan hepsinin ötesinde bir hikaye tüketicisidir. Hikayenin parçası olmak için yaşar, alır, kazanır, bilir, okur. Hayatını ideal adını verdiği bir hikayeye benzediği ölçüde yaşanır bulur, bu hikayenin makbul bir hikaye olması gerekmez; herkesin inanması gerekmez, kimseyle paylaşması da gerekmez. Hikaye hikayedir, kimine derdinden sigara içirir, kimini derdinden dağa çıkarır, kimi de derdinden yazar.

İnsan olmak, bir hikayesi olmak demektir. O hikayeye uyan insanları sever, uymayanları gözardı etmeye çalışırız, hayatımızı hikayemize benzer hale getirebildiğimiz ölçüde mutlu, hikayemiz ulaşılmaz olduğu müddetçe bedbahtız.

Bu hikayeler birleşir, ürer, ayrılır, değişir, nesilden nesile aktarılır. Din böyle bir hikayedir, bilim böyle bir hikayedir, ahlak böyle hikayelere dayanır. İnsanlar hikayeleri vasıtasıyla algılar, dünyayı hikayelerine göre parçalar, algılarını hikayeye göre yorumlar. Güneşin doğuşunu gören bir dindar Allah'ın azametini, bir Ateist güneşin hayatın kaynağı olduğunu, bir astronom şafağın tayflarının oluşumunu düşünür.

İnsanlar gerçeği hikayeden bağımsız kabul etmeyi sever. Bu onların gerçek hikayesi sayılmalıdır. Hepimizin gerçek hikayesine kaynaklık eden yegane bir Gerçek olduğunu kabul edebiliriz, ancak algıladığımız kısımlarıyla oluşturduğumuz hikayemizin bu Gerçek'le ne kadar uyuştuğunu bilemiyoruz. Hikayesi Gerçek'e daha yakın olanın, daha güçlü olacağını söylemek mümkün ve güçlünün hikayesinin daha çok yaşayacağını da iddia edebiliriz, ama bu kabulümüz de nihayetinde bir hikayedir.

Bu blogun eski adının Sahiden Hikayeler olmasının sebebi biraz buydu. Bütün yazdıklarım tam kavrayamadığım ve anlatamadığım Gerçek'le mukayese edildiğinde eksik hikayelerdir, konu ne olursa olsun ve ne kadar gerçek durursa dursun, bütün yazanlar yalancıdır.

O sebeple kendine Gerçekle gereksiz akrabalık biçenlere aldanmamak gerekir. Hepimiz hikayeyiz.

[Geçmişin Uğultusu]