| Kişioğlunun biri eşeğiyle odun toplar, | Sonra bunların yapraklarından para üflerdi, | Ufak dallarını kuşlarına dağıtır, | Evlerine harç olsun diye, | Ve büyüklerini kesip satardı şehirde, | Evlatlar ısınsınlar diye.

| Pazaryerinde herkes bu gri sakallıyı tanır, | Onun sattığı odunların yaşken bile yandığını bilirdi, | Onun için şafakertesinden kuşluğa, | Kim yetişebilmişse alırdı odunları.

| Yine bir gün böyle bir şafak vakti, | Hızır geldi kasabaya, | Bir atın nalındaki çiviyi söküp, | Bir kapıya çakmak için, | Ve bir de talibine, | Üç kuruşluk edep, | Beş kuruşluk irfan öğretmek için.

| Oduncunun eşeği ta uzaktan bilirdi Hızır'ı, | Heybesinden zahir, | Zira her görünüşte kılığı değişir, | Heybesi değişmez, | Sadece üzerindeki kuşların kanatları açılır ve kapanır, | Eşeğe heybenin içindekilerden haber verirdi.

| Bugün kısmet yok dedi eşek sahibine, | Hızırın heybesinde kuşlar tüneyekalmış, | Oduncu istifini bozmadı, | Kısmet rızık Allah'tan deyiverdi içinden, | Hızır da biliyordu kısmet rızık Allah'tanı, | Onun için kapalıydı kuşlarının kanadı.

| Hızır doğruca, | Köylünün birinin atına nal çakmakta olan, | Nalburun yanına gitti, | Koydu heybesini yere, | Selam verdi kalbinden, | Nalbur cevap verdi mırıl mırıl, | At kişnedi eşinip.

| Bir saat kadar bekledi Hızır, | Nalburun başı ferahlayınca, | Arkadaşlarından birini görmeye gitti, | Hızır'a bakıp, müşteri gelirse haber et diyerek, | Hızır da ona bakıp, | Yüzün çevirerek.

| Beş adım atmıştı ki nalbur, | Kötürüm bir atı yularından sabahtan beri çeken, | Kötürüm bir ihtiyar geldi, | Beli bükülmüş, | Ağzı kurumuş, | Ak sakallı bir ihtiyar.

| Hızır'ı tanışı nalbur sanacak kadar bozuktu gözleri, | Şu huysuza bir bakıver. | Hızır ses etmeden, | Sağ arkadaki naldan bir çivi çekiverdi, | Ve ihtiyarı sakinleşmiş atına bindirip, | Köyüne geri gönderdi.

| Kasabanın içlerinde, | Çocuksuz bir kadının namusuyla yaşadığı | Bir evin kapısına çaktı çiviyi.

| Oduncu işini bitirip yoluna gitmek isterken, | Hızır'ı çivi çakarken buldu, | Yine kimlerin başıına bela açmaktasın efendi | deyiverdi dilinden, | Kalbi ise, ah ne olaydı da, senden biraz bileydim | Diyordu.

| Hızır tebessüm etti, | Bu işler odun toplayıp satmaya benzemez

| Bilirim dedi oduncu, | Bildiğim bu kadar azken bile | Dağdaki odunlardan gayrısına sözüm geçmezken | Kalbim eğrilmesin diye | Gökler gibi yaş akıttığımdan bilirim.

| Eğrilmesin diye mi, doğrulmasın diye mi | deyip çekti gitti Hızır, | Oduncu arkasından bakıp, | Ne olaydı o çiviyi anlataydın dedi.

| O gece çivi çakılmış kapıya, | Uzun zamandır gözü genç kadında olan, | Sarhoşun biri yüklenecek oldu, | Ve çiviyi görmeyip, | Gözünden oldu.

| Nalından çivi alınıp, | Atının tökezlemesiyle düşüp ölen, | İhtiyarın oğluydu bu, | Miras kalan mülkünü, | Şaraba yatırmasın dileyen babasının, | Duası böylece kabul oldu.

[Hikayeler]