Hukuk bürokrasisine yönetenlerin yönetilenlere yönetildiklerini hatırlattıkları bir cihaz olarak bakıyorum. Son üç senedir kendisiyle olan münasebetim, bir adalet mekanizmasından çok, insanlara bakın burada bir devlet var demek için geliştirilmiş bir aygıt olduğu kanaatimi güçlendirdi. Bu cihazdan bir adalet neşet edeceğini düşünmek için de hayli uzağında bulunmak gerek.

Tarih gibi hukuk da devletin insanlara bir anlam sunmak için kullandığı bir anlatı. Adaletin mümkün olabildiğini, devletin de bu temel üzerinde durduğunu söylüyorlar. Adalet imkanı zaten hayli tartışılır bir konu, yeryüzünde olayların sınırlarını çizmek, bu olaylar arasında bir bağ kurmak, sebep sonuç göstermek ve bunlardan genellemeler yapıp bazı olaylarda sorumluya ceza vermek hayli yazı götürecek tartışmalar. Aranan da zaten bu değil, beklenen de bu değil, maksat hiç değil. Adalet birtakım memurların, kağıtlara ve kitaplara bakarak, yeni kağıtlar doldurmalarıyla üretilmez. Bunu görmek için ekstra zeki olmaya gerek yok. Adalet dediğimizin insanlara sunulan ve güdülmelerine yardımcı bir hikayeden başka bir değeri yok.

Mesele bu anlatının gerçekten o işe yarayıp yaramadığında. İnsanlara adaletin devlet eliyle tesis edilmesinin imkanını anlatınca, bu adaletin o insanların değerlerinden bir iz taşıması lazım. Türkçe konuşan insanlara Norveçli olduklarını söyleyerek bir ulus inşa edemeyeceğiniz gibi, adalet duygularına Norveç hukukuyla karşılık vermeye çalışınca da devlete güven azalıyor. Beceriksizlik sadece anlatının doğru temellere oturmamasıyla ilgili.

Bizim hukukçuların da Batı karşısında bu idealist aşağılık kompleksine duçar olmasının sonuçları sanırım bunlar. Adaletin temelde insanları hizaya sokmaya yarayan bir anlatı değil de kızıl elma gibi oralarda bir yerde bulunan ve devleti ve onun bürokrasisini devamlı takviye ederek ulaşılabilecek bir şey olduğunu düşünüyorlar sanırım. İnsanın yıllarca uğraştığı soyut kavramların hayatındaki somut kavramlardan farkı kalmıyor, adalet de hukukçuların elinde böyle bir akıbete uğruyor. Adaletin gerçekten var olduğuna inanıyorlar.

Dünyaya adalet açısından değil de mücadele, iktidar, güç gibi daha hayvani kavramlarla bakınca daha makul açıklamalar bulduğumu fark ettim. Adaletin olmadığını kabul edince, onu aramayı bırakıyorsunuz, bunun yerine o adalet anlatısının yasaklarını savacak kadar ilgileniyor, kendi göbeğinizi kendiniz kesmeye çalışıyorsunuz. Devletin bedavadan kimseye ne eğitim verdiğini, ne koruduğunu, ne de adalet sağladığını, ne sağlığına dikkat ettiğini düşününce, bunları yapıyorsa benden ne alacağı var da yapıyor? diye sorguluyorsunuz. Ortada sanki bir adalet mekanizması varmış gibi yapıyor olmanın maksadı nedir?

Maksadının nihayetinde insanlara yönetildiklerini hatırlatmak olduğuna kanaat ettim. Bak burada bir devlet var, bu senin canını acıtabilir, o hâlde hizada dur ve sana buyrulmuş sınırlardan çıkma. Böyle olursan adalet mekanizması sana ilişmez, iyi bir insan olarak yaşayıp ölürsün. Yoksa sana belirlenmiş olan sınırların dışına çıkmaya çalışırsan, ki tabii ki bunu sadece elimizdeki kitaplarda yazan suçları işleyerek yapabilirsin, seni başkalarına ibret olacak şekilde cezalandırır ve kimin kimi yönettiğini gösteririz.

Bu manada daha faydalı ve fonksiyonel olduğuna şüphe yok.

[Virgüller] #devlet #hukuk #bürokrasi #adalet #idealizm #güç #aşağılık-kompleksi