Mustafa Öztürk'le ilgili yazıya C. Bey bir yorumda bulunmuş, aynen paylaşayım...

Yazınızın içeriğine tamamen katılıyorum. Zaten hep kitabın ortasından konuşuyorsunuz. Sağ olun. Ben de bu konuda müsaadenizle birkaç şey söylemek istiyorum. M. Öztürk çok istifade ettiğim, bakışını ve yorumlarını beğendiğim birisi. Bir ara kendisine de söyledim, vahiy konusu çok netameli ve zor bir mevzudur. Kendisine inen elçiler bile vahyi anlamakta ve idrak etmede çok zorlanmışlardır. Hz. Musa ve Muhammed (as)'in ilk tepkileri bunu gösteriyor. Hoca'nın sorunu, tamamen gaybî bir konuda fikir yürütmesidir ki kendisiyle çelişmektedir. Üstelik ciddi bir duruş ile değil, laubali bir şekilde bu konuları tartışmaktadır. Halbuki ben vahyi, sonuçlarıyla değerlendiriyorum. Bana istediğim bir yaşam ve hayat öneriyor, artık mahiyetiyle ilgilenmeden emrettiği hususlarla ilgilenmem gerektiğini düşünüyorum. Arkadaşın biri peki akıl bunların neresinde diye sormuştu, ben de cevaben şöyle demiştim. İman ettikten sonra, aklımın merkezine Allah'ı ve hesap vereceğim fikrini yerleştirdikten sonra aklımı maksimum düzeyde kullanırım. Ama gaybi konuları kurcalamam. Cennet, cehennem, melek ve sair der geçerim. Çünkü iman ettiğim vahiy bana bu kısa ömürde birtakım yükümlülükler yüklüyor ve onları yerine getirmekle meşgulüm.

Teşekkür ederim bu yorum için.

Öztürk'ün zaman zaman sözün şehvetine kapıldığını ben de kabul ediyorum. Bazı sözlerinin bu kadar tepki çekmesinin ardında da bu var, yoksa bildiğim kadarıyla çağımızda kimse Allah'la görüşüp temel kavramların mahiyeti hakkında bilgi almıyor. Öztürk de dahil hepimizin konuştuğu zandan ibaret.

Buradaki asıl mücadele C. Bey'in de dediği gibi gerçekte bir yaşama biçimi mücadelesi. Bizim bu söylemimiz, sözlerimiz ve inançlarımız hangi yaşama biçimine hizmet ediyor? Kavganın merkezinde bu var, içerik ne olursa olsun, sen kimlerdensin? diye bakıyor insanlar. Öztürk'ün saf akademik ve hakikat arayıcısı tavrı da kimisi için kendi yaşama biçimine destek, kimisi için köstek.

Öztürk'ün son zamanlardaki demokrasi veya laiklik vurgularından ben Batılı manada bir hakikat avcılığı peşindeyim sonucunu çıkarıyorum. Ben sosyal bilimlerde gerçeğe inanmam, herkesin bir hikayesi vardır ve bu hikayeler de iktidar ilişkilerini yansıtır. Batı'daki hakikat arayışının dini kaynakların özünü içine alabilmesinin sebebi de zaten bu kaynakların artık iktidar ilişkisinde anlamı olmadığından. Adamlar Hristiyanlık dahil tüm dinlere uydurma diye bakıyorsa, bunların günlük hayattaki yeri hemen hemen sıfırsa, bir gelenek olarak, bir hatıra olarak yaşıyorsa en fazla, burada hakikat arayışı yapabilirsiniz.

Türkiye'de ise İslam hâlâ yaşıyor, hâlâ iktidar belirliyor, Tanrı burada ölmedi. O sebeple Mustafa Hoca'nın tamamen safiyane bir hakikat arayışı gibi baktığı meselenin toplumdaki karşılığı iktidar mücadelesi oluyor.

Bu sebeple bu konuların sadece hakiki manasıyla konuşulması imkansız. Batı'da olsaydık, son 300 yılımız bu kadar yenilmekle geçmeseydi, kendimizi toplamak için neye sarılacağımızı bilemez olmasaydık, düşmanın söylediklerinin kendi yararına mı, bizim yararımıza mı olduğunu tam olarak bilebiliyor olsaydık, düşman da bizi bilebiliyor olsaydı, bu hakikat arayışının bizim için de Batılı kadar iyi olacağını söylerdik. Yalan üzerine kurulmuş tel maşa bir dini söylemin bizi iyileştirmeyeceğinin, dini anlayışımızın derinleştirilmesi gerektiğinin, Öztürk'ün eserlerinin de konuda önemli kaynaklar olduğunun farkındayım. Bununla beraber ona saldıranlar da bunu gayet anlaşılabilir sebeplerle yapıyorlar. Onun için Türkiye'de sözün sadece anlamından ibaret olmadığını, vahiy gibi bir konuda tüm iyi niyetinizle alternatif diye sunduğunuz fikrin, tam da beklediğinizin aksi bir yere hizmet edebileceğini de düşünmek lazım.

[Virgüller] #vahiy #hakikat #Batı #iktidar #yaşama-biçimi #Mustafa-Öztürk