Neden öfkelendiğimi anlamaya çalışıyorum. Bugünlerde yazmanın anlamı bu. Neden saklanmak, kaçmak, burayı dahi kapatıp sürgüleri çekmek isteği. Dışarıdan bakarsan bir olay da yok.

İki şey var: Bu öfkenin birincisi eskiden beri gelen normal hayata tutunamamak öfkesi. Hayatın seni, çoğunlukla elinde olmayan sebeplerden takım tutmayan, haber okumayan, dünyayı herkesin anladığı şekilde anlamayan, hayatı herkesin istediği gibi yaşamayan birine dönüştürmüş. Buna değer mi diye düşünüyorsun. Gerek var mı bütün bu Don Kişotluğa? Hayır. Gerek yok. Manasız bir şey. Velakin çıkamıyorsun da çünkü yazılmış olan böyle. Hüküm bu. Sen busun. Her hafta maça giden bir adam olamam bundan sonra. Yarım yamalak fikirlere, saçma sapan laflara itibar edemem. Zeka eksikliğinden muztarip bir takım adamların sırf dünyalık gayesiyle uydurduğu lafları doğruymuş gibi alkışlayamam. Karı düşürmek için şiir ezberleyemem. Hata yapabilirim, ben de eksiğim ama hatalı olduğunu bildiğim, çıkmaz olduğunu gördüğüm inançlara, yaşama biçimlerine kapılamam. Bu da benim lanetim. Arada gelen öfkenin birinci sebebi bu.

Bu uzaklıkla beraber insanların geneline bir merhametim de var. Salak olabilirler ama neticede hepimiz salağız. Benim salaklığım da az değil. İnsan olarak yaşamaya çalışınca mecburen bu sınırlar içinde kalıyorsun. İnsanlık salaklığı getiriyor. Zihni, hayatı, duyguları, arzuları karmakarışık, yarın ne olacağını bilemeyen ve dünyanın elinde oyuncak olmuş insanlar. Kendimizi muktedir görmek gayesiyle yapmayacağımız şey yok. Bu iktidar komik bir iktidar tabii. En iktidarlımız bile tek başına bir hiç. Yine de oyun bu, mutlak manada kimsenin iktidarı, gücü yok ama senden azıcık daha fazla iktidarı, gücü varsa oyunu kazanmış oluyor. Bu oyunların peşinde gezmek, birbirine hile yaparak, yalancılıkla bu dünyada azıcık daha üstün olmak, sahte olduğunu düşündüğüm için oynamayı reddettiğim oyunları oynayarak kazanmak da benim merhametime engel değil. İnsan özünde salak ve şaşkındır. Merhameti hakeder.

İşte bu ikisi bazen çatışıyor. Zaaflarımı ve bilhassa kendisine olan zaaflarımı bilen birisi, merhametimin farkında olan, benim kurtarıcı zaaflarımı bilen birisi ne kadar kötü durumda olduğunu anlatmaya başladığında, merhametimi kullanmaya çalıştığını düşünüyorum. Buna verdiğim tepki de öfke. Barışmayı defalarca deneyip, bir süre sonra bir sebepten yine kavga ettiğin ve uzak durmanın daha iyi olduğuna kanaat biriyle aynı oyunlara neden girmek isteyeyim ve neden hala aynı oyunu oynamak istiyor? Bunun yarattığı öfke.

Temel'in yolda muz kabuğu görünce yine düşeceğiz demesi gibi. Temel artık muz kabuğunu görünce öfkeleniyor. Tekrar basıp düşmemek için aklına gelen her şeyi yapmış. Yine gidip basmaktan korkuyor. Muz kabuğu ona olan zaaflarını kullanıp kendine çağırdığında kendini korumak için muz kabuğuna sinirleniyor. Asıl öfkesi de kendine tabii. Zaaflarına.

Öfke bir kendini koruma mekanizması. Bu durumda da olmak istemediğim biri gibi olmamak için kendimi korumaya çalışıyorum. Beni ve kendisine zaaflarımı bilen de hala didikliyor. Ben de o deliğe tekrar girmemek için her şeyi yapabileceğimi göstermeye çalışıyorum. Öfke sekansımız bu minvalde ilerliyor.

Makul kurtuluş yolu zaaflardan uzaklaşmak tabii. Buradan öğrenilecek de herhalde bu. Elimde olsaydı çıkarıp bırakırdım şuraya. Elimde olmadığı için bir şekilde geçip gitmesini bekliyorum.

[Demzen]