Sen ne dersen de, yazılan olacak. Sümer dininde de tüm olayların bir tablete yazılı olduğu inancı varmış. Levh-i Mahfuz. Kelamda cebriyye denen, insanımızın kadercilik dediği. Kadercilik dedikleri aynı şey değil. Yine de işte, bunları aynı gibi anlamak mümkün.

İradenin ve sorumluluğun olmadığı bir anlayış değil benimki. Ben bunların da neticede itibariyle mahluk olduğu kanaatindeyim. Yani kalbimi ve düşüncelerimi, neyi arzulayıp, neye ağladığımı belirleyen ben değilim. Başka bir yerden geliyor. Bu yer deterministik bilim kanunları olabilir, Hristiyanların dediği gibi Kutsal Ruh olabilir, o dilemedikçe siz dileyemezsiniz diyen Allah olabilir.

Ben bu pozisyona daha çok irade tartışmasının anlamsızlığı sebebiyle geldim sanırım. İnsanın zaman içinde yaşayıp, zamanın ne olduğunu anlaması imkansız olduğu gibi, iradesiyle kendi iradesini anlamaya çalışması da manasız. Başkasının iradesini görüyoruz, hemen her durumda bunların sebep sonuç ilişkilerinin farkındayız. Deneyler yapıyorlar ve bu başkasının iradesi hiç de insanın kendine ait bir şey değil. Bir tuşa bastıktan sonra ona basmayı istiyoruz mesela. Bir şeyi yaptıktan sonra onu yapmayı irade buyuruyoruz.

O halde irade dediğimiz bir anlatıdan ibaret mi? Sadece bu kadar mı?

Ben bu varlığın amacının Allah'ın insan vasıtasıyla küçük duyguları yaratması olduğuna kanaat ettim. Çok üzüldüğüm bir haber aldım mesela biraz önce. Üzülmemek elimde değil. Allah bu durumda üzülmemi takdir buyurmuş ve ben de bu durumda üzülüyorum. Bu üzüntünün sonunda başka sevinçler, başka korkular, başka duygular ortaya çıkabilir. Onlar da yaşamak zorunda olduğum hisler olacak. Allah beni bu duyguları yaşayayım diye yaratmış. Halden hale bu yüzden çeviriyor.

[Demzen]