Bugünü neyle geçirsem? Yaşasam mı, ölsem mi, bilsem mi, unutsam mı? Hangisiyle doldursam günü? Gün beni neyle doldursa?

Bir mezuniyet hissi. Bir imtihan bitmiş ve başkalarına gireceksin, aradaki sakin tatil. Hayatındaki imtihanların bir takvimi yok. Ne zaman geldiğini bilemiyorsun. Finaller bitip de toprağa girinceye kadar.

Toprağa girince de bitiyor mu, onu bilemiyoruz. Çok yerde okuduğum, Hindulardan kaynaklandığını düşündüğüm bir şey: İnsan bir sanal gerçeklik içinde, kendi gerçekliğini yaratarak gidiyor. Bir oyun gibi. RPG. RPG oynayan Tanrılar. İlk Alan Watts'tan dinlemiş olabilirim buna benzer bir şeyi.

O zaman ölüm de son değil. Kötülüğü neden yarattın da biraz anlamsız kaçıyor, çünkü hayatın kötülük olmadan iyi olması nasıl olacak bilemiyoruz. Cennet tasvirlerinin sıkıcı olması. İnsanlara cenneti anlatamıyorlar çünkü bizim burada huzurlu bulduğumuz şeylerin sebebi huzursuzluğun varlığı. Huzursuzluk olmadığında huzurun da varlığı biraz tehlikeye giriyor. O sebeple cennet ve cehennem polariteler olmayabilir. İnsanların düşündüğü kadar ters, zıtlık veya onun gibi polariteler.

Cehennem yoksa zira Cennet'te olduğunu bilemezsin. Bir yerde, ebedi hayatın varsa ve bunun hiç bitmeyeceğini biliyorsan... En büyük nimetin ruyetullah olduğunu söylerler. Ama o da bitiyor olabilir mi? Haftada iki gün görebiliyoruz Allah'ı mesela, mümkün mü bu?

Cennette yoksunluk hissi olmayacak. Allah'ı bir defa görüp ayrılınca, bir sonraki görüşüne kadar onu özlemeyeceksin. Çünkü özlem duygusu yok. Cehenneme gitmiş yakınlarını da özlemeyeceksin. Aklına bile gelmeyecek.

Hisler elinden alınıyorsa, duygularını kaybediyor ve sadece hoş duygularla yaşamaya devam ediyorsan, cehennem de cennet kadar makul bir yer olabilir. Hislerin elinden alındığında, duyguların yoksa kaynar sudan içip, ateşte gecelemek de o kadar koymaz. Kendinin nerede olduğunu bilmiyorsan -- cennet veya cehennem ve hislerin de yoksa, özlem yoksa, haset yoksa, mukayese etmiyorsan kendini... O zaman cehennemin de cennetten önemli bir farkı olmuyor. Cenneti her gün görecek misin? Yalılara bakan evsizler gibi kapısından içeri doğru bakacak mısın? Öyle bir şey yoksa, herkes kendi dünyasında devam edecekse, ebediyete kadar yanmanın farkı nedir?

Hatırlamak. Dünyayı hatırlamak. Ancak dünyayı hatırlamak da sonlu bir iş. Yüz senelik ömrünün her saniyesini yeniden yaşasan, her saniyeyi yeniden yaşasan, her saniyeyi yeniden hatırlayarak yaşasan ve bunu on defa tekrar etsen bin sene sürer. Bin sene değil yüzbin sene sürse sonsuz ömrünün yanında yine de bir şey yapmış olmazsın.

Bu gibi düşünceler herhalde bir yerde ölümden sonraki hayat konusunda farklı arayışlara itiyor. İnsanlara sonsuz ömür vaat edersen, tanrılaşmayı vaat etmiş oluyorsun. Sadece Allah sonsuzca yaşayabilir çünkü sadece onun bu sonsuzlukla baş edecek kudreti var. Bizim gibi faniler, şu yaşadıkları ömrü tekrar tekrar yaşamaktan ve burada yaptıklarını hatırlamaktan, onlara karşılık aldıkları ödül ve cezayı düşünmekten başka bir şey yapamazlar.

Yeryüzüne inmiş ve kendini unutmuş Tanrı. Öldükten sonra da hatırlıyorsun ve bir süre yeniden tanrı tanrı dolaşıp, yeniden bir insan kılığına giriyorsun. Buradaki irade aslında o kadar da net değil. Kendini unutmasına gerek var mı? Sanmam. Kendini unutmadan da bütün bu alemi bilinçli, bizleri akıllı ve kendini bilen şekilde yaratabilir. Sonsuz mahlukun gözleriyle görür, sağır olanları hariç kulaklarıyla duyar ve sağır olanlardan da sağırlığı duyar. Sonsuzlukla sonsuz vasıtasıyla, sonsuz his, sonsuz ihtimal, sonsuz dünyalar vasıtasıyla başa çıkılabilir. Cennet vadilerinde şarap içerek en fazla kendini yeniden yaşayabilirsin. Yeniden ve yeniden yaratılırsan, yeniden ve yeniden bilir ve yaşarsın.

Bu söylediklerimin Cennet cennet dedikleri diye başlayan Yunus Emre şiirine benzediğini farkettim. Hayatın mezuniyet hissi. Kendimi bilmek ve tanımak.

[Demzen]