Kararlarının ceremesini kimler çekiyor? Kimlerin eli kimlerin kaderini değiştiriyor? Kimler kimlerin işlerine kayıtsız ve kimler kimlerin peşinden ölüme gidiyor?

Ötelerde bir dünya var mı? Hepsi bizim uydurmamız mı?

Hayatın başından beri nimetle ve rüyayla, işlerin düzeni ve kaosuyla, ruhla ve maddeyle kendini hatırlatan Tanrı, yitip gitmemem için birini gönderdi. Esrar. Bağımlılık gibi değil de, sanki hep bekliyormuşum gibi.

Ufuk burada kendimizi bilmekle, ufuksuzluk kendimizi unutmakla. Ufkumun neresi olduğunu, elimin ve gözümün ancak nereye uzanacağını bilirsem, bütün mümkünlerin bilgisi elimde olur. Bilmiyorum demek zor değil çünkü bilmeyişler insanın tabii hali. Gökyüzünün mavi olması ve gri bilgi bulutlarının gölgesinden uzakta berrak bir sadelik taşıması gibi insanın zihni de bilmeyiş halinde sakin bir berraklıkla dünyaya bakıyor.

Sana kelimeler hazırlamıştım ama hepsi yolda döküldü.

Esrar padişahından bir ilham gelir de içedönük benliğim sırlardan bir parça elde eder diye saatlerce oturduğum yerde bekliyorum. Şu ana kadar bir iki kırıntı dışındaki ki onlar da zaten ne kadar sır sayılabilir bilmiyorum, padişahtan bir şey düşmedi. Beklemeye devam ediyorum çünkü zaten başka ne yapabilirsin? İnsan köle olduğunda ve ebediyyen köle kalacağına iman etmişse, bir efendiden başka efendiye geçme konusunda o kadar da istekli olmaz. İyi kullar o sebeple bir tanrıyı bırakıp başkasına gitmez. Bunu efendileşmeye çalışanlar yapar. Kendisini azat edecek bir efendi arayan kölelerin işidir tanrı değiştirmek. Ara sıra padişahın hikmetini sual etsem de tahtında gözüm yok. Bu sebeple de kırıntı kabilinden ne düşerse, artık, veya düşmezse de nasibimize, burada beklemeye devam edeceğim.

Kendimi ibra edecek değilim. Ölümden önce günahtan kurtuluş var mı? Kendini bilerek kurtulabilir misin? Bildiğim adamın pek de ibra edilecek, günahsız kabre girecek hali yok ama bir ihtimal, ufak da olsa bir ihtimal, beklediğim kapı hürmetine geç denir, burada durma, fazlalık yapma, şurada dur.

Şurada dur ve olduğun halinle geç git.