Sabahları tablete elimle 20 dakika yazarak başlıyorum. Bu sabah unuttum. Dünkü yazının etkisi herhalde.

Sabah yazılarının en büyük faydasının onlardan sonra dışarı çıkıp koşarken kendimi kötü hissetmemek olduğunu farkediyorum. Normalde üç kilometre, yarım saat bile olsa dikkat çekecek davranışlarda bulunmak istemem. Herkes bana bakar şimdi. Yazınca baksalar da farketmez oluyor. Zihnini sahne ışıklarından uzaklaştırıyorsun.

Sahnede ben varım ve seyirciler de yine zihnimin ayrı ayrı sesleri. Bazen o düşünceler bana domates atıyor, bazen alkışlııyor, bazen görmezden geliyor, bazen sessizce geçiştiriyor. Sahnedeki bilinç onların hangisinin ne diyeceğini bilmiyor.

Bilinç oyununu doğru oynamak zorundasın bu yüzden. Tiyatronun kafanın içinde olması, başkasına kapalı olması, o düşüncelerin, zihninin seslerin sadece senin duyuyor olman onlara her şeyi kabul ettirebileceğin anlamına gelmiyor. Vicdan dedikleri bu olabilir ama buradaki seslerin her zaman iyi olduğunu da sanmıyorum.

Sahnedeki bilincin seyirciyi tanıması lazım. Nasıl bir oyun istiyorlar? İyi bir insanın parçası olmak mı istiyorlar? Güçlü bir insanın parçası mı? Hakkı mı yüksek tutmak istiyorlar, menfaati mi? Ben bunların her zaman, herkes için, her yerde geçerli bir cevabı olduğunu sanmıyorum. Vicdan dediklerinin ne diyeceğini biliyoruz, onun için insanları vicdanına havale ediyoruz. Ben bu seyircilerin, bilinçdışından gelen seyircilerin her zaman iyilik istediğinden emin değilim. O sebeple birini vicdanına havale etmem. O vicdan bizim düşündüğümüz gibi konuşmuyor olabilir.

Yazmak, kendine dönmek, kendini ifade etmek, bu bilinçdışından gelen seyirci beni yuhluyor mu, alkışlıyor mu, ne yapmamı, ne sergilememi istiyor diye bakmak insanın en önemli macerası olabilir. Kendini bil diyen bunu demiş, kendini bilen rabbini bildi diyen de yine bunu.

[Menfez] #sahne alegorisi #bilinçdışı #yazı #sabah sayfaları