İnsanın ölümle münasebetini kurmak zorunda olması, ölümün bir gün gelecek olmasından. Bu münasebeti ne kadar doğru şekilde kurarsak, o kadar anlamlı bir hayat yaşıyoruz.

Kaçış veya inkar, insanın bir gün bu dünyada unutulmuş ve bir gün yürüdüğü yollarda artık başkalarının yürüyeceği gerçeğini değiştirmiyor. Varolmanın dayanılmaz ağırlığı ölümün ağızların tadını kaçıran gerçeğini daha da ağırlaştırıyor. Ne ölümün ne olduğunu biliyoruz, ne bu hayatı bırakmak.

Müzakere ederken kullanılan tekniklerden birinin odadaki fili ortaya çıkarmak ve konuşmak olduğunu okudum. İnsanlar pazarlık ederken söylemedikleri, söylediklerinden daha önemlidir. Bu durumda neyi söylemedikleri, söyleyemediklerini anlamak için zihinlerinin gerisinde ne olabileceğini anlamaya çalışırız.

Ölüm her durumda bu odadaki fil. Geceleri uyurken de, işimi yaparken de, bu yazıları yazarken de yarın burada olmayabileceğim zihnimin bir köşesinde bana sesleniyor. Bunun bir faydası, hiçbir meseleyi o kadar önemsememek. 3 senedir kira da ödemeyen, çıkartamadığımız da kiracıyı kafaya takarken, yarın ölsem adamın hiçbir önemi kalmayacağını hatırlıyorum. Yüzde yüz haklı olduğumu düşündüğüm konularda dahi harekete geçmek için haklılık yetmez, bu gerçekten yapılması gereken mi diye bakıyorum. Egom, nefsim bir yerlerden başını uzatıp, bu savaşı kazanmalısın dediğinde, nereye kadar? diye aklıma geliyor. Patronundan daha çok para istemelisin dediklerinde, kim için? diyorum.

Hasılı ölüm bir yandan ağızların tadını kaçıran ve dünyayı neredeyse yaşanmaz kılan bir gerçek, tüm sevdiklerim bir gün ölecek. Bununla beraber oyunun en önemli kuralının bu olduğunu anladığında, gereksiz meselelerde gereksiz yere kendimi meşgul etmemek için de bahanem oluyor? Yarın öleceğini bilsen, bu mesele bu kadar önemli olur muydu?


Bu yazıyı bir ay kadar önce yazmışım. Geçen hafta içinde kardeşimin babası kovidden rahmetli oldu. Aşı karşıtıymış, son noktaya kadar hastaneye gitmemiş. Kimi insanlar fikirlerini değiştirmektense ölmeyi tercih ediyor.