Regl olan bir kadının oruç tutup tutamayacağıyla ilgili bir sözünü duydum. Hangi hocayı beğeniyorsan onun söylediği gibi yap dedi. Kaçamak bir cevap. Kadın gidince sıkıştırmak istedim: Neden düzgün bir cevap vermedin, espriye vuruyorsun veya cevaplamak yerine kafana göre takıl diyorsun.

Bir süre duymazdan geldi. Sağır zaten. İşine gelmeyeni duymaz. Tekrar ettim.

Benim o pazarda tezgahım yok dedi.

Ne demek bu?

Dini konularda konuşmaktan sıkılmış. Uzun zamandır bu konular ilgisini çekmiyormuş. Aynı hikayeleri her sene dinledim, kırk yaşından sonra bıkkınlık geldi. Kimsenin derdinin maskeli balonun beklediğinden fazlası olduğunu düşünmüyorum artık dedi.

Maskeli balo dediğin nedir?

Toplumsal yaşam dedikleri şey işte.

İslam'ı bir hakikat aracı gibi görüyormuş eskiden. Artık bundan emin değilmiş. Sosyal bir oyun bu dedi. Yüzünde yorgun bir huzursuzluk daha söyleyeceklerim var, susuyorum diyor

Doğru kelimeleri seçmeye çalışan adam bakışları.

Deist mi oldun sen de? dedim. Hani, gençler Tanrı var ama din. yalan diyorlar ya.

Yüzü buruşur gibi oldu. O kadar uzaktaki Tanrı'nın kime ne faydası var? dedi. Dua edemediğin bir Tanrı'nın varlığı da bir, yokluğu da, değil mi?

Bütün bu dediğin kavgadan sıkılanlar genelde buna inanmaya başlıyor. Tanrı yok diyebilecek kadar cesur değiller, İslam'ın yaşam tarzı, marka değeri, iyi müslüman olmak ve saire zor geliyor. Onun için ara çözüm bu görünüyor herhalde.

Başka gidecek bir yer olmadığındandır dedi. Tanrı yoktur demeye cesaret edemiyorsun ama yaşarken hayatına doğrudan müdahale etmediği, onunla ilgili her şeyi ya başkalarından öğrendiğin ya da kafanda kurduğun için inanmak da zor geliyor. Deizm bu manada bir çözüm. Tanrı var ama bizimle ilgisi yok.

Neye inanıyorsun peki? dedim. Nedir seni hala yaşatan?

Bu konuda neredeyse her gün farklı düşünürüm dedi. Bir şeye inanmak zorunda mıyım? diye düşündüğüm olur. Herhangi bir duygunun sana Allah'tan haberci olması mümkündür. Bir şey düşünmek zorunda değilsin. İnanmak zorunda değilsin. Böyle düşündüğüm de olur. Tanıyorsan inanmak zorunda kalmazsın. Neyse odur. Tanımadığımız zaman, onu bilmediğimiz zaman inançla doldurmak zorundayız. Bunlar da Allah'ı tanımak için değil, Allah'a inananları tanımak için bir araç haline gelir. O halde Allah'ın varlığına inanmak demek, onun varlığına dair bilgimizin sınırlı olmasını kabul etmek demek. Ben biliyorum, inanmıyorum dedi sonra.

Neyi biliyorsun dedim.

Allah'ı dedi.

Ama bunu anlatırsan ve sana inanırsam, bu bir inanç olur değil mi? diye sordum. Kendimi zeki hissediyordum.

Evet, bu bir inanç olur. İnsanların gayesi de zaten Allah değil, bu inançlar yoluyla hayatlarını idame ettirmek. İnsanın hayatında daima bir boşluk var, bütün bunların nereden gelip nereye gittiğine dair. Onlara çözüm sunan adamlara peygamber diyorlar. Onların söylediklerine inanıyorlar.

Senin bir peygamberin var mı? dedim.

Resulleri arasında ayrım gözetmeyiz dedi.

Muhammed aleyhisselama inanıyorsun yani dedim, üstüne bastırarak.

Evet, vahiy aldığına ve bunu insanlara tebliğ ettiğine inanıyorum dedim.

Müslümansın yani dedim.

Evet, hamdolsun, hala müslümanım. Ramazan'ın sonlarına doğru biraz vazgeçecek gibi oluyorum. Bayram gelince vazgeçecek gibi olduğumu unutuyorum.

Peki dedim. İnanmadığımı düşünüyordu.

Seni şüpheye düşüren şeylerin farkındayım. Söylediklerimden çıkardığın anlamların bu kadar sınırlı olması biraz da benim suçum. Bir insanın hem simülasyon hipotezine, hem İslam'ın akidesine inanması biraz tuhaf görünüyor herhalde dedi.

O değil aslında, zamanında dediğin gibi, simülasyona inanan her şeye inanır. Hem ona, hem buna inanmak için oldukça uygun bir inanç.

Durdu biraz. Simülasyonun rabbine inanıyorum dedi.

Bunun bir anlamı olmadığını biliyorsun. İki bilinmezden birine inansan da olur, diğeri onun cinsinden açıklanır zaten.

Doğru. diye başladı. Ancak her devrin araçları var. İzahatı var. Bir zamanlar evrenin statik olduğuna inanıyorlardı. Şimdi büyük patlamayla izah ediyorlar. Bir başlangıç olduğunu. Bunlar modeller. Simülasyon da öyle.

Tanrı da bir model mi?

İnandığın sürece öyle, evet. İçinde değil, dışında olduğun her şey bir model.

O halde bana bu modelini anlat, Tanrı modelin nasıl ve bütün modeller yanlıştır, bazıları faydalı olduğuna göre ne işine yarıyor?

Sustu. Düşündü. Bakındı. Kaçacak yer arıyor gibiydi. Cevap vermeden cevap verecek bir cevap. Gözlerindeki bulanıklığı gördüm. O bulanıklığın dağıldığını gördüm. Başını kaldırdı. Gözümün içine baktı.

Modelime Gnostik Panteizm diyorum dedi. Dümdüz.

_Eee? dedim.

Allah bilinebilirdir ve her şeyde zuhur eder.

Pek orijinal gelmedi dedim.

Evet, orijinal olduğunu sanmıyorum. Öyle bir iddiam yok dedi.

Ne demek istediğini anlamadım. Panteizm kainatla Tanrı'yı aynı tutuyor, Gnostik dediğin de Allah'la konuşulabilir demek herhalde.

Evet, zeki bir adam olduğunu biliyordum dedi.

Peki bu neyi çözüyor?

Hayatın bir merkezi yok dedi. Bunu anlamadım. Tanrı dediğimizin, anlam dediğimizin, varlık dediğimizin bir merkezi yok. Dünya hayatının boş olması bu.

Bu dediklerinin sorduğum soruyla bir alakası yok. Yine daldan dala atlamaya başladın. Ne söylediğini takip edemiyorum.

Bu söylediklerimi duymadan devam etti. Hepsi aslında aynısını söylüyor, bütün dinler yani. Mırıldanır gibi devam etti. Mesela şirk koşmamak. Bunu anlıyoruz, çünkü bir nesneye, bir varlığa bakıp bunun Tanrı olduğunu söylersen özünün boş olmadığı anlamına gelir. İlahlıktaki ezelilik hiç bir nesnede yok.

_İslam'ı yeniden mi buldun oralardan geçip? Bu kadar uğraşmana gerek yoktu aslında.

Güldü. İslam'ı yeniden bulmak. Yine mırıldanır gibi konuşmaya başladı. İslam'ı yeniden bulmak değil de, bizim İslam'la ve diğer dinlerle aramızdaki ilişki nedir, onu yeniden kurmak. Asıl derdim bu sanırım.

Dinliyordum.

İnkar etmek kolay. Modern dünyada herhangi bir düşünceye, dine, fikre bakıp, bunların işe yaramadığını, yalan ve yanlış olduğunu söylemek kolay. Deist olduğunu söyleyenlerin yaptığı da bu. Allah bir şey indirmemiştir. Bunu söylemek kolay. Zor olan, bu yanlış olduğunu söylemenin kolay olduğu hikmetin yerine başka bir şey koymak. Farzımuhal bu dinlerin hepsi yalan, hepsi bir takım şizofrenlerin insanları etkilemek için uydurduğu yarım hayal ve felsefelerden ibaret. Diyelim bu gibi insanlar her devirde çıkıyor ve bazıları herhangi bir şeyin popüler olduğu kadar şans eseri popüler oluyorlar.

Bunu anlamadım dedim.

Yani nüfusun yüzde birinde görülen bir hastalık diyelim bu. Peygamberlik. İnsanın müzik yeteneği olmasıyla, başarılı ve popüler bir müzisyen olması arasındaki ilişkiye benzer bir şekilde bu peygamberlik istidadı kimi insanlarca dine dönüştürülüyor.

Hmmm dedim.

Şöyle düşün, Arabistan'da diyelim pek çok peygamber adayı vardı ve bunların biri tarihi ve sosyal şartlar uygun geldiği için mucizevi şekilde başarılı oldu. Tarih de sonradan bu başarılı peygamberin etrafında yeniden yazıldı. Mozart'ın müzik yeteneğinin beş yaşında senfoni bestelemek gibi bir yerden başladığını sonraki müzik kariyerinin başarısından öğrendiğimiz gibi... Hz. Peygamber'in Allah'ın habibi olduğunu fetihleri sayesinde öğrendik.

Bu zaten mucizevi bir şey dedim. Bilinen dünyanın kıyısından başlayıp, hepsinin tarihini değiştirmek.

Evet, mucizevi. dedi. Ama diyelim Arabistan'da her on yılda bir peygamber adayı çıkıyorduysa ve biz bu peygamberlerden o imkana kavuşmuş birinin etrafındakiler tarafından yazılmış tarihi okuyorsak?

Bu yine de mucize olduğunu ortadan kaldırmaz, değil mi?

Şöyle söyleyeyim dedi. Bunu derken ellerini kullanmaya başlamıştı. Eğer aynı şeyleri söyleyen bin kişi vardıysa ve bunlardan birini biliyorsak, bu birinin söylediklerinden değil, nihayetinde başarılı olduğundan ciddiye alındığını düşünürüz.

Evet, olabilir, zaten biz de binlerce peygamber olduğunu inkar etmiyoruz.

Yalnız, Hz. Peygamber'e son nebi olarak bakıyoruz. Durdu. Söylediğini tartar gibi yeniden başladı. Ben de öyle bakıyorum hala. dedi.

Eee?

Eesi şu, o dönemde yüz kişi, bin kişi ortaya çıkıp, ben vahiy alıyorum, Allah şöyle diyor dediyse ve bunların birini biliyorsak, bu bilinmenin dünyevi sebeplerden, şans eseri başarılardan olma ihtimali var. Daha doğrusu ben artık Hz. Peygamber'in etrafında oluşturulan tarihin mitolojik özelliklerinin baskın olduğunu ve Allah'a giden yol konusunda düşündüğüm kadar yardımcı olmadığına inanıyorum.

Son cümleyi söylerken tıslayarak nefes verdi. Bunları zor ifade ettiğinin farkındaydım. Yani sünneti inkar ediyorsun? dedim, biraz safça.

Hayır, hayır, söylediğim başka bir şey dedi. Sorumun yersiz olduğunu anlamıştım. Neyi inkar ettiğini anlamadım. Bir yandan mucize olduğunu kabul ediyorsun, bir yandan son nebi diyorsun, bir yandan mitoloji diyorsun, bir yandan başkaları vardıysa diyorsun... Emin ol, hiçbir şey anlamadım.

Bakışlarını indirdi. Kendi kendine bir şeyler mırıldandı. Gözlerini kapattı ve yine neredeyse mırıldanır gibi konuşmaya başladı.

İnandığım şey şu. Allah'la daima bir münasebetin var. Onu reddetsen de var, onu kabul etsen de var. Onun yerine başka ilahlar görsen de var. Bu münasebeti yok etmek mümkün değil.

Tamam.

Hakikat dediğimiz şey bu münasebeti doğru kurmakla ilgili. Allah'ın işaretleri, doğrudan da gelse, gelenek yoluyla da ulaşsa seni onunla doğru bir münasebet kurmaya çağırıyor. Hayatın anlamı bu.

Buna da itiraz edecek bir şey göremiyorum dedim. Başımı sallıyordum o konuşurken.

Bu bizi dünyadan başlayarak Allah'ı anlamaya götürür, elimizdeki metinleri de ancak o dünyadaki derdimiz kadar anlayabiliriz. Eski din anlayışım metinden başlayıp Allah'a ulaşmaktı. Şimdilerde artık metinden başlamıyorum.

Burada başım durdu ve hmmm dedim.

Metinden başlayan insanların hayatı entelektüel takla atmakla geçiyor. Bunların faydasız olduğunu söyleyemeyiz, teslisin doğru olduğunu ispat etmek için veya Kur'an-ı Kerim'deki bazı ifadelerin yaşadığımız dünyaya uyumlu olduğunu ispat için gereken entelektüel taklalar sayesinde felsefe gelişmiş mesela.

Tefsir diyoruz buna genelde dedim.

Evet, tefsir veya yorumlama. Neticede bu tefsir işi yaşadığımız dünya ile elimizdeki metinler arasında köprü kurmakla ilgili. İnsanlar bu köprünün kendilerinden bağımsız orada bulunduğunu iddia ediyorlar. Ben o köprünün her zaman bir emekle, çoğu zaman amaçlar doğrultusunda kurulduğuna inanıyorum.

Köprünün bir yanı yaşadığımız dünya, bir yanı metin mi?

Evet, evet. Bir yanında metin var, bir yanda onu okuyanın dünyası var. Oradan oraya köprü kuruyor işte.

Dünyadan başladığında köprüyü hangi yola göre kuruyorsun? Bunu nasıl çözdün?

Bu alışkanlıklar ve nasıl bir hayat yaşamak istediğinle ilgili. Yaşadığın toplumla ilgili. İçinden gelenle, ailenden gördüğün gelenekle ilgili. Yaşama tarzımızı kitaba göre anlatıyoruz.

Bu kadar basit olamaz dedim. Sadece hayatımıza uygun bir ideoloji arıyoruz ve onu inşa ediyoruz. Bunu mu söylüyorsun?

Tabii ki ideoloji de bizi inşa ediyor. Bu sadece tek yönlü bir inşa konusu değil. Yine de insanların ideolojilerine kurtarıcı gibi bakmalarının sebebi, bunu inşa edenin de toplumun, gerçek hayatın saikleri olduğunu unutmaları. Mutlaklık arayışına ve ideoloji için ideoloji veya din için din anlayışına yol açıyor. Böyle insanlarla konuşamıyorum. Gerçek dünyada gönderimi olmayan bir takım kavramların üst üste konulmasıyla tamamen kopuk, kimseye bir faydası olmayan bir edebiyata dönüşüyorlar.

Bu durumlarda da mı insanlar kendileri inşa etmiş oluyor?

Evet. Çünkü gerçek dünyadan, onun dertlerinden kaçmak için güzel bir yol, eğer imkanın varsa. Bunların getirdiği sosyal sinyallerin makbul bulunduğu bir toplumda da o sinyalleri ne kadar sofistike hale getirirsen o kadar alıcı buluyorsun.

Peki, Allah'ın bu sinyalleri daha sofistike hale getirmeyi emretmediğini nereden biliyorsun?

Yüzüme baktı. Bu konudan sıkıldım dedi.

Sana yeniden soracağım, bilhassa bu gnosis konusunu. Allah'la münasebetini nasıl tesis ediyorsun?

Herkes gibi dünyaya bakarak.

Hepsi, bütün gördüklerin, düşündüklerin, yaptıkların, başkalarının yaptığı, aldığın her nefes ve yüklendiğin her yük, her gidişin ve gelişin, uykun ve bilincin Allah'tan mı?

Değil mi?

[Odku] #Allah #din #ideoloji #yorum #aşırı yorum #tefsir #sinyal