Cumhuriyetin yüzüncü yılının yetmişbeşinci yılından daha sönük kutlandığını herkes farkediyor. Erdoğan'ın Lozan'ın gizli maddesi olmadığını farketmesinden düştüğü yeise veriyordum. Bu işin şakası (ama bir miktar gerçek içeren şakası). Yine de aynı coşkusuzluğu içimde hisseden biri olarak bu cumhuriyet benim için ne ifade ediyor diye düşündüm.

Biz muhaliftik. Atatürkçü bir hayranlık beslediğimi en geç ilkokul ikinci sınıfta hatırlıyorum. Ondan sonra Kemalist cumhuriyetin o kadar da iyi temeller üzerine kurulmadığını öğrendim. 80'li yıllardan bahsediyorum. Sonra 90'lar geldi. İslamcılığı öğrendim. Necip Fazıl ve Mirzabeyoğlu okudum. 28 Şubat oldu. Sonra 2000'ler geldi. Mütedeyyin erkekler başörtülü kızları gösterip hükümet kurdu. 2007'de başka şeyler oldu. Birinin cumhuriyet mitinglerine beni çağırmasını çok tuhaf bulduğumu hatırlıyorum. Ben sizden değilim. 2016'da başka bir şeyler daha oldu. Erdoğan Kemalistlerin ve milliyetçilerin desteği olmadan iktidarını sürdüremeyeceğini anlayınca hepimiz ulus devletin kölesi olduk. Ben şahsen hala ulus-devletin gerekli bir baş ağrısı olduğu kanaatindeyim ama eskiden muhalif olduğuna kesin baktığım çoğu insan artık elinde bayrakla cumhuriyet bayramı kutluyor.

Bugün neredeyim? Kemalist Cumhuriyeti neden sevmediğimi artık sınıfsal izah edecek yaşa geldim. Ben Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranların eğitilmesi ve aydınlatılması şart diye baktıkları sınıflardanmışım. O yüzden beni sevmiyorlarmış ve ben de onları bu yüzden sevmiyormuşum. Memur değilim. KPSS'ye girip paçayı kurtarmaya hiç heves etmedim. Belki de asıl sorunun bu olduğunu, yani, devletimizin cumhuriyet fikrini kendi meşruiyetini sağlamak için kullanan bir bürokrat kabilesi tarafından idare edildiğinden, bu fikrin bana soğuk geldiğini bu yaşlarımda farkediyorum. Konu sınıfsal deyişim bundan.

Uzun süre Türkiye'nin 20. yüzyılın başında yaşadığı varoluş krizinin suçunu yıktığı İslam'ı, varoluşumun merkezi olarak gördüm. Böyle başlanmış bir hayatın, halkı gericilikten kurtarmak üzerine kurulu cumhuriyet ideolojisiyle uzlaşması mümkün değildi.

Şimdilerde herkes bulunduğu durumda en tutarlı neyse, öyle davranmaya çalışmış diye bakıyorum. Kendi muhalifliğimi bırakıp koşa koşa Kemal Paşa'nın heykeline sarılmadım. Paşam, biz yanlış anlamışız seni demedim. Eski muhafliliğim de kalmadı. İslamcılık ve onun kendini izah ettiği şartlar da çocukça gelmeye başladı. Benim neslim devletin imkanlarına kavuşunca, bunları İslam'ın lehine kullanmak yerine, İslam'ın kaynaklarını bunlar için kullanmaya başladı. Hem devletin ideolojisiyle uzlaşmamak, hem onun imkanlarından sonuna kadar faydalanmak gibi güzel bir imkan sundu İslamcılık bizim nesle. Erdoğan'ın 20 senedir devletin başında olduğu halde İslamcı muhalif gibi konuşabilmesinde bu techizatın desteği büyük. Buradaki ikircikli durum da zaten bugünkü kutlamaların sönük olmasının sebebi. Yüz yılın hepsini sahiplense muhalif kalamaz ama bir yandan da devletin başında ve böyle iki arada bir derede, tuhaf bir yerde.

Devlete dair temel reflekslerim artık İslam üzerinden değil. İslamcılığa büyük ölçüde cumhuriyetin dönüştürmeye çalıştığı insanların kendini ifade ettiği ideoloji olarak bakıyorum. İslamcılık sair ülkelerde sosyalizmin oynadığı rolü oynamış burada. Bunun pek çok sebebini sayabilirim ama gereksiz bir analiz olur.

Benim yetişme çağımdaki Cumhuriyet, İslamcılığın yavaş yavaş uyandığı ve ciddi bir muhalefet haline geldiği bir döneme rastladı. Cumhuriyetin gerici gördüğü, dönüştürmeye çalıştığı sınıflara mensup insanların, anti-bürokratik bir merkez olarak Erbakan-Erdoğan politik damarını görmesinin sebebi, İslamcılığın çok matah, derin düşünülmüş, fikren ayakları yere basan bir ideoloji olması değil, cumhuriyet bürokrasinin kibri ve yozluğuydu. Dünyadan habersiz, aşağılık kompleksli, kendi içine kapalı bir bürokratik zümrenin çekip çevirmeye çalıştığı insanların gidebileceği yer yarı-Liberal bir İslamcılıktı. O da nihayetinde devlete angaje olup, başka bir şeye dönüştü ama 75. yıl kutlamalarındaki 10. yıl marşının gürlüğüyle, bugün zorlaya zorlaya kutlamamızın arasındaki fark bu. 75. yıl günlerinde Kemalist cumhuriyet bir varoluş mücadelesindeydi, karşısındaki tehlike de bizdik. Şimdi cumhuriyet, o günlerde korkulan pek çok şeyin kabul edildiği bir rejime dönüştü. Toplumda çok daha fazla kabul gördü ama bir yandan da o eski şevk kalmadı. Cumhuriyetin Kemalist diskuru artık nereye çeksen oraya gider, Tayyip Erdoğan'ın da, en has muhalifinin de buluştuğu bir boş gösterene dönüştü. Hepimiz Kemalist olduk ama Kemalizm folklorik bir öğeye dönüştü.

Bu yazıyı 29 Ekim günü Mudanya'da feribot beklerken yazmaya başladım. Geldiğimde biri meydanda onuncu yıl marşı söylüyordu, şimdi arkadaşım eşek söylüyor. Yetmişbeşinci yılda bu ikisini aynı repertuarda bulunduramazdınız, şimdilerde onuncu yıl marşı da, arkadaşım eşek gibi bir şeye dönüştü. Folklorik öğe dediğim bu.

Din herkese ve her topluma lazım. Her dine de mümin ve kafir lazım. İnanmayanları gösterip bir araya toplamak lazım. Devletimiz, dinine itibar etmeyen bizim gibi kara budundan müslümanları gösterip kendi beyaz dininin üstünlüğüne ikna oluyordu. Şimdilerde herkes cumhuriyetçi olunca, ortada inançsız kalmadı. Coşku da o yüzden eksik. Çünkü insanlar ne olduklarını değil, ne olmadıklarını şiddetle ifade etmek ister. Bugün cumhuriyetin düşmanı yok. Benim Kürt arkadaşlarım da, namazını kaçırmayan arkadaşlarım da eline bayrak alıp yüzüncü yılı idrak ediyor. Düşmansız kalan bir cumhuriyetin kuruluşunu şevkle kutlama damarlarından biri kopmuş demek olabilir bu.

[Yeni Yazılar]