Bu yazı 15 Temmuz'dan bir ay önce yazıldı.

İslamcılığın asıl meselesi, inananların inanmayanlarla bir arada yaşaması meselesi. Bunun yanında bir de bilim ve epistemoloji var. Bilgi bize nereden gelir?

Memleketimiz müslümanların azınlık olduğu bir yere doğru gidiyor. Sosyolojik müslüman sayısındaki artış şaşırtmasın, İslam'ı gerçekten ciddiye alan sayısı azalıyor. Zaman içinde insanların müslüman görünmek zorunda da hissetmeyeceklerini tahmin ediyorum. Din bu ülkenin en önemli fay hattı ve bizim toplumsal depremlerimiz de bu fay hattında gerçekleşiyor.

Müslümanların bir kısmı, hayatlarına tarihten gelen İslamî istisnacılıkla yaklaşıyor. Buralar bizim, hepsini geri alacağız kafası. Bu müslüman için düşülmesi en kolay düşünce tuzaklarından biri. Don Kişot gibi tarih kitabı okuyup, buraları biz yönettik, yine yöneteceğiz fikrisabitiyle yeldeğirmenlerine hamle edebilirsiniz ancak bu yeldeğirmenlerine zarar vermediği gibi, kendinizi, zamanınızı da boşuna harcamak anlamına gelir. Yeldeğirmenleri mızrak ve kılıçla değil, daha az havalı ama daha etkili kazma, murç ve çekiç gibi araçlarla yıkılır.

Müslüman istisnacılığı, benim de hoşuma gitse, dünyanın bize sırf biz olduğumuz için vaadedildiğine inanmak istesem de bunun egomdan beslenen bir hayal olduğunu biliyorum. Allah yeryüzüne müslümanları adları müslüman olduğu için değil, hakkını verdikleri için varis yaptı. Adımız müslüman olduğu için değil, yaşayışımız yeryüzünde adaleti temsil ettiği için varis olduk. Bizim şu anki kafa yapımız, kendilerini Arz-ı Mev'ud'a varis gören Yahudilerinkinden pek farklı değil. Adaletten uzaklaştıkça kaybetmemiz de bundan.

Azınlık hale gelmek, öyle görünse de kötü bir haber değil. İslam tüm fetihlerini ve ilerlemesini azınlık olduğu toplumlarda yaptı. İlk 300 yılda, Cezire dışındaki bölgelerde azınlıktı. Osmanlı'nın ilerleme dönemlerinde Anadolu da dahil, müslümanlar azınlıktaydı.

Türkiye'deki popülizm/İslam karması düzen, aslında Kemalist/Aydınlanmacı ideolojinin beceriksizliğinden başka bir sebebe dayanmıyor. 2001 ve öncesinde memleket iktisaden batmasaydı, enflasyon adı altında tam bir riba düzeni kurmasalardı, cambaza bak oyunlarında müslümanları hedef göstereceklerine işlerini hakkıyla yapsalardı, bir İslamcı Türkiye'nin başbakanlığına gelmezdi. Güce yürüyen serencamı demokratik olduğu için İslamcılar'da milli irade aşkı üretti. Politik fikriyatımız oy toplamak eksenine oturdu. Tayyip Erdoğan da o zamandan beri oy toplama konusunda Cumhuriyet tarihinin en becerikli politikacısı olduğunu gösterdi. Ancak bu eskiden İslamcılık dediğimiz fikri sığ bir popülizm haline getirdi.

Bunun geçici bir dönem olduğu belli. Ancak bu dönem muhtemelen AKP'nin görünür bir İslamcılık yerine klasik sağcı hale gelmesiyle bittiğinde, müslümanların söyleyecek bir sözü kalacak mı, onu bilmiyoruz. Tüm fikri cephanesini iktidarı korumak için harcamış insanların, nasıl dönüp de yeniden sisteme muhalif olabileceklerini bilemiyoruz.

Dahası, ne için muhalif olabileceklerini bilmiyoruz. İslamcılığın bir amacı kalacak mı?


Şahsen eğer İslamcılığı idare edebiliyor olsam, onu devlete daha bağlı ve daha militer bir rol biçerdim. Askerilik İslam'ın karakterine, popülizmden daha uygun bir eksen olurdu. Askerliğin sırf dünyevi hayat yaşayanlar için önemli bir külfet olduğunu ve şehit olmak gibi kavramlara inanmadıkları gözönüne alınırsa, mesela askerliğin gönüllü hale getirilmesi, daha çok müslümanların gönüllü olmasını getirecektir.

Ancak bu, bugünkü İslamcılık anlayışında, devlete bir yandan laik diye kızıp, bir yandan onun kanunlarını, Allah'ın kanunlarından aşağıda görüp, ehven-i şer diye katlanırken olmaz. Devletin de müslüman karakteri kazanması, İslam'ın daha görünür olması gerekir. Devlet'in İslamlaşması bugün laiklik diye çıldıran insanların korktuğunun aksine, İslam'ın devletleşmesi ve daha steril hale gelmesini de getirecektir. Yani müslümanlar devletin kendilerine ait olduğunu kabul ettiklerinde, Devlet'in İslam üzerindeki tasarrufunu da kabul etmiş olacaklardır. Bunun bir adımı (dünyanın başka müslümanları tarafından tanınmasa bile) Hilafet'in yeniden ihya edilmesi, bir kişi olmasa bile müslümanlarca seçilmiş bir kurulun dini yönlendirmeye yeniden başlamasıdır.

Ancak bu bir yandan da İslam'ın diğer din ve hayat tarzlarına karşı normalleşmesini de getirmeli. İslam bir yandan ortak kimlik haline gelirken, nasıl bir insanın Hristiyan Ateist olması mümkünse, Müslüman Ateist olması da mümkün/makul olmalı. İslam'ın toplumun huzurunu bozacak şekilde ajite edilmesine karşı fikri önlemler alınmalı, beraber huzur içinde ve adilce yaşamanın hepimiz için önemli olduğunu söylemeli. İslam'ın insanların huzuru ve barışı sözkonusu olduğunda, herhangi bir nassın istismar edilemeyeceğini ve İslam'ın emir/yasaklarının cari hukukun dışına çıkmak için bir bahane olmadığını da göstermeli.

Bu -meli, -malı diye giden laflar, bende genelde ee, sonra? etkisi uyandırır. Evet, bunlar iyi olur ama bugünkü anlayışta nasıl olacak? diye sormak ihtiyacı duyarım. Zaten bunun için en başta İslamcılığın idaresi bende olsa diye başlamışım, farz-ı muhal yani.

Temenni ettiğim bu ise, tahmin ettiğim de, Türkiye'nin giderek daha laikleşmesi, dinin masaldan ibaret kalması, bizim adalet dediğimizde, siyaset dediğimizde aklımıza İslam'ın gelmediği, sadece genel ahlakla örtüşen bir takım hükümlerini bildiğimiz bir İslam. Böyle bir düzende İslamcılık da sadece dinin siyasi hedefler uğruna istismarı anlamına evrilir ve kaybolur.

[Yevmiyeler]