Nasıl anlaşıldığından korkmaya başladığında artık yazamazsın. Söylediklerin aleyhinde delil olarak kullanılabilir dediklerinde, konuşmak imkansızlaşır. Yazı insana kendini ve dünyayı unutturmadığı sürece yazılmaya layık değildir.

Sen nasıl böyle söylersin? sorusunun cevabı yoktur. Çünkü bilmezsin, belki karşındaki senin kendini peygamber ilan ettiğini sanıyordur. (Başıma geldi.)

Ya hiç ortaya çıkmayacak, yazmayacak ve paylaşmayacaksın, ya da ekseriyetin seni kendi bildiği gibi anladığını kabul edeceksin ve başına geleceklere katlanacaksın. Değer mi derlerse, evet, değer.

Yazmak melamettir.


Onlar (iplerini) atınca, Musa dedi ki: «Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez…

İpler çeşit çeşit. Bir takım bağlantılar. Bir takım tezgahlar. Bir takım klikler.

Onlar tezgahlarını kuracak, sonra bir de bakmışsın hepsini yutan bir yılan gelmiş.


Sadece silen el hakikati yazabilir. -- Meister Eckhart

Kendini bilen, hakikati bilir. Kendini silen, hakikati yazar.


Nouman Ali vs. Phenouman Ali

Numan Ali Han'ı severim. Biraz overrated bulduğum olur ama o kadar olsun. Meşhur olunca, normal.

Burada insanların bir defa kurumlara mensup olduklarında, nasıl kurum aidiyetlerini, şahsi ahlaklarının üzerinde tutabildiklerini söylemişimdir. Buna benzer bir olay, muhtemelen meşhur olunca da oluyor. Korumak zorunda olduğun bir kimlik var ve başka konularda tenezzül etmeyeceğin bir takım faaliyetleri, bunu korumak için yapabilirsin. Aynı şekilde içi başka, dışı başka olmak da böyle, burada hoca olsam, İslam davasını yüceltmek gibi heveslerim olsa, takipçi edinmeye çalışsam herhalde şundan şüphe duyuyorum, bunda eksiklik buluyorum diye yazamam.

Vaizlerin meselesi de bu. Amacınız bulduğunuz hakikati insanlara en güzel şekilde aktarmak olduğunda, artık elinizdeki üzerinde fazla tefekkür etme imkanınız sınırlı oluyor.


Bir şey olmadığında mütevazı olmak da kolay. İnsanın imtihanı olduğunu düşündüğünde başlıyor. Tevazu da orada, belki. İnsanın olduğunu bildiği halde, bunun önemsizliğini doğru kavramasında. Olmamış gibi yapmak değil, olduysam da en önemlisi bu değil diyebilmek, diğer insanların katkısı, Allah'ın yardımıyla diyebilmek, daha iyileri de var diyebilmek. Yoksa aslında müthişim ama bunu sana (ezmemek için) söylemiyorum diye bir tevazu değil.


İnsanın mutlu olmayı ertelemesi. İnsan mutluluk ararken ölüyor. Mutluluk nedir diye bakıyorsun, her zaman bir adım sonrası.

Bir yandan da şu: Mutluluk kolay olsaydı, insanın medeniyet kurmak için bir sebebi kalmazdı. Medeniyet mutsuz insanların icadı. Mutluluk ararken, bir yandan da geliştirdikleri, kendilerini ve etraflarındakini daha mutlu edeceklerini düşündükleri...

O halde, medeniyeti mutsuz insanlara borçluyuz. Ancak bu da hareket edemeyecek kadar mutsuz olanlara değil. Hareket edebilecek kadar mutlu, duracak kadar mutlu olmayanlara.

O halde mutluluğu arayan insan aslında norm. Mutluluk aranan bir şey, sahip olunan, içine dalınan değil. Nasıl mutlu olunur? diye sorunca da bu: Arayarak.


God exists since mathematics is consistent, and the devil exists since we cannot prove the consistency. ~Morris Kline

Tanrı vardır çünkü matematik tutarlıdır ve şeytan vardır çünkü tutarlılığı ispat edemeyiz. -- Morris Kline

Dünyanın tutarlığı önemli bir ispat konusu. Varlığın tutarlı ve bilinebilir olması, bu varlığın bilinmek için yaratıldığına bir delil. Ancak bunu sadece varlığa bakarak ispat edemeyiz, burada da kişinin imanı gerekir.

Varlığın bilinmek için yaratıldığını nasıl bilebilirsin?


İslam'ın sektleri arasında nasıl tercih yaparsın? Doğru dinin en doğru yorumunun kendisinde olduğuna inanan sektlerden hangisi?

Senden daha rahat olana mürcie, daha yobaz olana harici diyorsun, kendin de zaten hak yoldasın. Kimse ben hak yolda değilim, hak yol az ileride demiyor.

Bunun sebebi ne diye düşünürken: Eğer satacak bir malın varsa ve onu satmaya çalışıyorsan, pazar da darsa, oyun 0-tabanlıysa yani ben kazanınca sen kaybediyor, sen kazanınca ben kaybediyorsam, en iyi strateji bu. Madem hak yolda değilsin, neden konuşup duruyorsun? sorusuyla madem bunlar yeterince iyi mal değil, neden satıyorsun? sorusu birbirine benziyor.

Mamafih mesele şu: Hakikat bir mal değil. Bana satınca, sende bir azalma meydana gelmiyor. O halde hakikati meta haline getirenlerin maksadı da hak yol değil.


Şair kim olursa olsun, şiirle dalga geçmeyi seviyorum. Böyle bir kasıntı edebiyata karşılık, insanın kelimelerle oynadığı çaresizlik edebiyatı benim için şiir.

Notların arasından karnım karnına değdi yokun diye bir satır çıktı. Necip Fazıl'ın Çile şiirindeki bir mısraya atıf, burnum burnuna değdi yokun diyen.

Bunun düşünürken, mısradaki yok yerine bok yazmanın konuyu daha somut şekilde anlattığını farkettim. Ben böyle soyut sözlerin arka arkaya dizildiği şiirlerden artık keyif almıyorum. Mücerred Fikir diyorlar ama o kadar mücerred ki, manası cırcır oluyor.


İnsanlara kainatın bir simülasyon olabileceğini söylediğimde bana zaten bizim eski kitaplar da bunu söylüyor diyorlar. Evet, eski kitaplarda da kainatın gerçek olmadığını, ölünce uykudan uyanacağımız yazıyor. Ama böyle bir bakışla konuya dahil olunca, simülasyon dediğimizin ne olduğu da kayboluyor.

Bu dünyaya benzeyen bir dünyada, bu dünyadaki bilgisayarlara benzeyen bilgisayarlar olduğunu ve onların da bu dünyayı simüle ettiklerini söylüyor bu simülasyonistler. Burada nasıl bilebiliriz? veya o bilgisayarları nasıl bozabiliriz? diye sorular oluyor. Uzay-zaman eğer sadece bilgisayar hafızasında yer alan bir şeyse, nasıl olur da o bilgisayarın fişini çeker veya yazılan programda hata bulabiliriz?

Bu düşünce, ezelden gelen hayali dünya düşüncesinden farklı. Çünkü hayali dünyada, bir yerde solipsizme çıkan, bu kainatın tamamen benim için yaratıldığı veya benden ibaret olduğu gibi düşünceler var. Bu bir yandan da, dünyanın kurallarının o kadar da net olmadığı telmihini içeriyor. Simülasyon ise, kuralların net olduğunu, ancak eksikler bulunabileceğini söylüyor.