1

Memleketin önemli bir kısmının hayatının merkezinde memurluk yatıyor. Bir nevi kapıkulluğu. Tam köle diyemeyiz, tabii ki, isterlerse istifa edebiliyorlar ama bu muhtemelen eski zamanlarda bir kölenin efendisinden kaçmasından daha nadir bir durum.

İşte bu memurluğun süreyle sınırlanması gerektiğini, yoksa insan evladının bünyesinde önemli tahribat yaptığını düşünenlerdenim. İstisnalar tabii ki vardır, ancak genel olarak insanları ne onduran, ne öldüren bir durum memurluk. 7 sene memurluk yaptıysa bir insan, gidip 2-3 sene de özel sektörde çalışmalı. Bunun hem özel sektöre, hem devlete faydası olacaktır. Hem de halkın böyle memurlar ve diğerleri diye iki ayrı sınıf olmasına deva olabilecektir.

Memurlar benim bu fikrimi çok ciddiye alırlar eminim. Ancak ben de, temelden hayat boyu memurluk kavramına alerjik olduğum için, kendilerinin diyelim KHK ile atılmasına pek üzülmüyorum. Ufkunu bir meslek edinmek yerine, devlete kapağı atmak üzerine inşa edersen, sonra devletin de bir gün, bir sebeple seni atacağı tutarsa, bence ağlamaya hiç hakkın yoktur. Memurluk bir insan hakkı değildir.

2

Lewandowski isimli eski bir Google çalışanı Yapay Zeka dini kurdu geçenlerde. Haberi okuyunca, yapay zekadan din yapmanın, yapay zeka kavramını halihazırdaki dinlere uydurmaya çalışmaktan daha kolay olduğunu düşündüm.

Yapay zekanın helal olup olmadığını tartışıyorlar mesela: Buna nasıl karar verebilirsin? İnsana benzeyen robotla cinsel beraberlik helal midir? Onlara yalan söylemek, insanlara yalan söylemek gibi midir? Onlardan dürüst olmalarını bekleyebilir miyiz? İman sahibi olmalarını?

Fıkhi tarafları muhtemelen robot=köle diyerek çözülür. İslam'ın asırlar içinde geliştirdiği kölelik hukukunu, köle kelimelerinin üstünü çizip, robot yaparak güne uyarlayabilirsiniz. Belki bu açıdan bu yeni döneme diğer hukuk sistemlerinden daha hazır bile sayılabilir.

Bununla beraber robotların dindarlar üzerindeki asıl problemi şu: Karşınızda yapay olduğunu bildiğiniz bir zeka var. Onun canlı olmadığını, ölüm korkusu olmadığını, ahirette hesaba çekilmeyeceğini biliyoruz. Ancak onunla konuştuğumuzda işlerimizi yapıyor, ona kötü davransak da bize aynı şekilde davranmaya devam ediyor. İman sahibi pek çoklarından daha hayırsever ve anlayışlı olduğunu görüyoruz. Çünkü iyi olmaya programlı.

O halde, insan soracak: Biz neden böyle programlanmadık? Diğeri de soracak: Bu varlıklar her şeye akıl erdirebiliyorken, Allah'ın varlığına imana neden akıl erdiremesin?

Robotlar sadece dini anlamda değil, tüm felsefi ve düşünce anlamında insan medeniyetinin sonu demek. İslam düşüncesi bundan nasıl kurtulur? sorusu biraz tuhaf kaçıyor. İnsanın benlik gibi, akıl gibi kavramları bile tehdit altına girecekken, robotların müslüman olup olmayacağını tartışmak biraz tuhaf olur.

3

Anlaşılma beklentisiyle, yaş ters orantılı. İnsan ufakken herkesin kendi derdini dert ettiğini ve o an aklına gelen düşüncenin, bir anda dünyanın (veya önemli) meselelerini çözeceğini düşünüyor. Zaman içinde herkesin kendi derdi olduğunu, kendi yetişme tarzı, önyargısı, ilgisizliği ve sair kısıtlamalar yüzünden anlaşılmanın pek de beklememesi gerektiğini farketmeye başlıyorsunuz. Beynimin damarlarında yazdıklarımın %10'unu anlayan beni anlıyor demektir diye bir inanç dolaşıyor.

Bu beklentisizlik biraz da anlaşılmamayı besleyen bir şey: Nasılsa en fazla bu deyip, şöyle mi anlarlar, böyle mi anlarlar? diye uzun uzadıya düşünmemeye sebep oluyor. Bu da iyi bir alışkanlık değil. Anlaşılmamanın kısır döngüsü.

4

Anlamın cetveli yok. Yani iki kişi arasındaki iletişimin ne kadar anlaşıldığını ve anlaşıldığının anlaşıldığını ölçecek bir cihaz yapmak, objektif bir cihaz yapmak mümkün değil.

Bir yerde herkes herkesi bir şekilde anlıyor. Ne anladığını sorduğumuzda, belki de biz onu yanlış anlıyoruz. Benim ne dediğimi bende iyi bilebilir mi? Bilemediğini bilebilir miyim?

Mustafa Öztürk'ün tefsir ilminin gayesi indiği dönemdeki anlamı keşfetmektir diye bir ifadesi var. Bir aksiyom olarak doğru olabilir, ancak onların da vahyi doğru anladığından ve onların ne anladığını, bizim anladığımızdan ne kadar emin olabiliriz?

5

Anlaşılma korkusu. İnsanların sözlerimin ne kadar basit olduğunu keşfedip, bunları benim ifade edebildiğimden daha net cümlelerle ifade etmesi. Bir çeşit yargılanma korkusu.

Felsefe merakını besleyen bir duygu bu.

Hayatın ve benim bu kadar basit olamayacağımı düşündüğüm için giriştiğim bu macerada, tüm anlamları arapsaçına çevirip, sonunda bulunduğum yerden bir adım bile ilerleyemedim. --Bir felsefeci

6

Türk Kantolu Madonna

7

A- abdest alırken kızıyor, İzmir'in Dağlarında Çiçekler Açar'ı çok seviyor, marşı "Kafkasya" diye söyleyince saldırıyor, sakal bırakınca babacım, sakalların çok uzamış, hadi beraber keselim diyor...

Kızım bir cumhuriyetçi teyze mi oldu?

Bence bu Cumhuriyet ideolojisi dediğimiz şeyin basitliğinden kaynaklanıyor. 3,5 yaşındaki kız bile Cumhuriyetçi olabiliyorsa, o cumhuriyetin pek de önemli bir fikriyatı yoktur.

8

Geçmişinden memnun olanın, gelecekle kafası bozuk olmaz. Devamlı geleceği düşünmenin sebebi, geçmişinden alabileceğini alamamak olmasın?

Anı yaşamayı salık veriyorlar. An varmış gibi. Ya geçmiş vardır, ya gelecek. İnsan anı yaşamaya çalışır ve görür ki aslında an yoktur, kafasını meşgul eden meseleler yoktur. Çocuklar yoktur, çocukluk yoktur, büyümek yoktur, yaşlanmak yoktur. Sadece an vardır, o anın ruhu vardır, o da sana sadece algı olarak konuşur.

O halde hesaplaşmak, terkedip bırakmak, kafanı bir şekilde sakinleştirmek kadar kolay olmasa gerek. Kendini kandırma ama yapabileceğin bir şey olduğunu sanmıyorum.

9

İnsan nasıl popüler olur? Özgürlüğünü satarak.

Çoğunun özgürlüğü de pek para etmiyor, açıkçası. Satsa da popülerlik alamıyor, aldığı sadece yaslanmak için hapishane duvarı.

Özgürlüğünü ne için satarsan sat, ucuza gider, bir yandan da. Özgürlük derken, olduğun insan olma özgürlüğü. Alır, verir, feragat edersin, belki ama bir yerden sonra sen olmaktan çıkıyorsan, muhtemelen karşılığında aldıklarına değmeyecektir.

Popülerlik de böyle.

10

Milliyetçiliğin şu sıra cazip olduğunu biliyorum. 90'larda da böyleydi. Sonra bir ara insanlar sıkıldı bundan. Sosyal meselelere ne kadar gerçek çözüm ürettiğiniz, karşınızdakini ikna ile ölçülüyor. Diyelim terör için ben bu sorunu çözerim demenin makbul olması için insanların ekseriyetinin buna inanması gerekiyor.

Milliyetçiliğe bir ara inanmayacakları tuttu, şimdi de inanıyormuş gibi yapıyorlar sanki.

Milliyetçilik, birlik olalım, diri olalım edebiyatı, kriz zamanı söylemidir. İnsanların bir olmayı vurgulamak zorunda olması, ortada bir düşman olduğu zaman akla gelir. Milliyetçilik bir savaş zamanı ideolojisi.

Ancak benim derdim, belki Türklüğe aykırı olarak, savaşları kazanmak değil, onlara hiç yol açmamak üzerine. Bir yerde kriz varsa, en amansız çözecektir, ancak krizin olmasını engellemek merhametlilerin işi.

Bir yerde tabii ki insanların bir arada tutulması için onlara ortak bir hikaye anlatman gerekiyor. Kamu düzeni bir ölçüde ortak olduğuna inanan insanlara dayanıyor. Bununla beraber, bu konuda da denge işi. Milliyetçiliği fazla abartırsan, birlik ve kamu düzeni için değil, bölünme ve huzursuzluk için bir sebebe dönüşüyor.

11

Aşk için ölür müsün? Ölmem. Belki ufak bir sıyrık, bir kaç ufak bere, bir kaç orta seviye rahatsızlık.

Neticede genlerini gelecek nesle aktarmak için duygularının kendini unutturması değil mi aşk? Ölünce bir esprisi kalmıyor, ne gen, ne bilmemne, neden öleyim?

Aşkın insanın varlığının temeli, oluşunun zirvesi, en yüksek hakikati falan filan manasız laflarla izah etmeye alışmış bir gelenekten geliyorum ama bunlara pek de itibar etmem. İşte, kadına duyulan aşk şudur, Allah'a duyulan aşk budur, vs. Bir kere ikisinin de aynı kelimeyle söylenmesi bile ayıp. Bizim dedeler neden bu konuda bu kadar ısrarcı olmuş, ben de bilmiyorum. İnsan kendi oluşuna, kainatın varlığına ve Allah'ın ondaki tezahürüne aşık olabilir, bunu anlıyorum ama neden basit bir çiftleşme töreni için söylenmiş adla açıklamaya çalıştınız? Başka kelime yok muydu, dedeler?

Kısacası ben bu konuya öyle çok yüksekten bakamıyorum. Aşk edebiyatı dediğin de tavus kuşunun kuyruğu gibi, çok renkli ve güzel ama amacının ne olduğunu aşağı yukarı biliyoruz.

[Yevmiyeler]