(Yezur) hayatının onikibinyediyüzüncü gününde güneşten önce uyandı. Saate bakıp tekrar uyumaya çalıştı ama beyni harekete geçmişti. Bir süre gözleri kapalı bekledi. Memento mori. Şu an ölmüş olsam ne olurdu. Her sabah beş dakikasını bu soruya ayırmaya çalışıyordu. Bir şey olmaz. Sevenim olduğunu sanmıyorum.

Gözlerini açtığında tavandaki ekran çalışmaya başladı. Haberleri gösteriyordu. Yine kimseye ait olmayan ortada kalmış dertleri herkesin derdi yapmaya çalışıyorlar. Sahipsiz dertleri sahiplenelim.

Biraz daha tembellik etmek istedi ama yatağı kendini toplama sinyalleri vermeye başladı. Oturmaya devam etsem beni de içine alır mı diye düşündü. Bunu denemeliyim bir gün. Tam toplanırken içine tekrar yatmalıyım. Belki eğlenceli olur.

Kalktı. Saati kanındaki oksijen değerinin düşük olduğunu söyledi. Baş ağrısı ve tembelliğin sebebi bu olmalıydı. Kendini de buna inandırmak için saatine doğru akşam içtiğimden olabilir dedi.

Yatak hızlıca kendini toplayıp bir masaya dönüştü. İçecek robotu içeri girdi. Kahveniz hazır efendim. Karnından çıkardığı kupanın kenarları kirliydi. Başka bir kupa istiyorum. Bu kirli. Robot tamam efendim diyerek adama bir sulandırılmış espresso daha çıkardı. İnsan olsan terslerdin, suratını ekşitirdin, şu saatte kirli kupa kavgası yapardık seninle dedi. İyi ki varsın sevgili robot. Robot cevap vermedi. İçecek robotları pek konuşkan değildi.

Elinde kupayla banyoya girdiğinde saati bugün vaktimiz sınırlı efendim dedi, lütfen banyoda çok kalmayalım. Bu saatle ne zaman biz olduk diye düşündü. Banyosu küçüktü. Klozet toplandı duşa dönüştü. Duş toplandı, bir kurutma makinesi çıktı. Dişlerini mavi bir ışıkla temizledi. Dün akşam istediği kıyafetler gelmişti, onları giydi. Kirlileri (Kıyafet Merkezi)ne gönderdi.

Evler küçüldükçe daha pahalı oluyor diye düşündü. Bundan daha ufağında yaşamak mümkün mü acaba? 7 metrekarelik bir ev vardı geçen, tek odadan ibaret ve evin kendisi büyük bir robot. Duvarlar tamamen ekran.

Eskiden büyük ev statü göstergesiymiş. Boşluğa para veriyormuş insanlar. Garip.

Düşüncelere daldığını gören saati konuşmaya başladı. Beyin dalgalarından anlıyorlar. Beyin kafeslerinden almalıyım. Beyin dalgalarımı takip edip duran bir ajan bu.

Saat 10'da iki ihaleye gireceksin. 11'de spor salonunda olmak istedin. 12'de (Binler Meclisi)nin toplantısı var. Güneş bugün 12:16'da zirvede olacak, jûmre ayinine katılman için mecliste beş dakika izin verecekler. Oturum aralarla dörde kadar devam edecek. Akşam (Fanur)la görüşeceksin. (Yedi Kollu Şamdan)da yemek ve (Seksensekiz Oda)da özel buluşma ayarladım.

(Yedi Kollu Şamdan)ı sevmiyorum dedi (Yezur). Başka bir yer ayarlasana. (Fanur)un psikolojisi nasılmış, hala depresyondaysa özel görüşme istemez.

Tamam efendim, istediğin değişiklikleri yaparım.

Yorucu bir gün olacağını düşündü. Bir şirket ihalesi, bir de temel gıda ihalesine girecekti. Onlara çalışması gerekiyordu.

Kahvaltıda ne yemek istersiniz efendim? dedi saat. Bu saatin psikolojisinde bir anormallik var. Bir sen, bir siz, bir efendim. Robotların insanlarla anlaşabilmesi için insana benzer davranışlar göstermesi gerektiğini, bunun için de psikolojileri olması gerektiğini düşünen teknoloji insanları empati çipleri adı verilen cihazlar yapmışlar ve robotlara takmışlardı. Bu empati çipleri zaman zaman bozuluyordu. Sahiplerine aşık olup sabahtan akşama ona şiir okuyan saatler vardı. Kimisi sahibinin sert komutlarından dolayı ezikleşiyor ve kimliğini kaybedip ses çıkaramaz oluyordu. Bazı saatler de depresyona giriyordu.

Robot psikolojisi diye bir alan ortaya çıkmıştı. Elektronik cihazların sahipleri için faydalı olmasına çalışıyorlardı. Bundan önceki saati depresyona girmişti. Saat çalışmayı bırakmış, ömrünü bir adamın kolunda onun komutlarıyla tüketmek istemediğini, bunun varoluşun özüne aykırı olduğunu söylemeye başlamıştı. (Yezur) saati bir psikoloğa götürdükten sonra, iflah olmayacağını anlayıp bir saat manastırına yollamıştı. Saat manastırlarında günler süren meditasyonlarda kalıyor ve birbirlerine varoluşun anlamıyla ilgili konuşmalar yapıyorlardı. Güneşe bırakılıp şarj edilmek dışında dertleri olmadığı için kısa zamanda aydınlandıklarını söylüyorlardı. (Yezur) saat için aydınlanmanın bozulmaktan ne farkı olduğunu bilmiyordu ama aydınlanırsa geri gelip, kendisini bu konuda aydınlatacağını düşündüğü için eski saatini manastıra göndermişti.

Saat yeniden kahvaltı derken cevap verdi. -- Protein istiyorum, tok tutsun, mesela et veya tavuk vardı sanırım, kekikli tavuk yapabilir mi dolap? -- Evet efendim, yapabilirmiş.

-- Yanına da biraz nar ve mısır istiyorum -- Nar var ama dolapta mısır yok efendim. Yerel dağıtıcıda kalmamış.

(Yezur) yerel dağıtıcıdan şikayet etmeyi düşündü. Bunun yerine belki de ihaleye girip, bir sonraki dönem kendi mısırını kendi getirmeliydi.

-- Yerel dağıtıcının ihalesi ne zaman bitiyor, öğrenebilir misin? -- Dört ay sonra efendim.

-- Efendim demeyi bırakır mısın? Kendimi köle sahibi gibi hissediyorum. -- Tamam.

-- İhaleyi ne kadara almışlar. -- Kişi başı günlük 21 sester. Yıllık 11 milyon sester.

-- Ucuza almışlar. Puanları ne kadar? -- 4 nokta 2.

-- Puanları da düşük. Geçen sene de bunlar mı almış? -- Hayır. Dağıtıcı firma bu yıl yenilendi efendim. İhalede geçen seneki 12 milyon sester istemiş.

-- Anladım.

Ücretli gıdayla temel gıdayı subvanse edebileceklerini düşündüler ama olmadı tabii. Hepimizin bildiği oyunlar bunlar diye söylendi kendi kendine.

(Zerkubia)da temel ihtiyaçların dağıtımını şirketler yapıyordu. Bir bölgedeki bin ila onbin kişi için yıllık ihale açılıyor, bu insanların temel gıda ihtiyacını karşılama göreviyle beraber, bu insanların ilk alışveriş noktası olma hakkını da bu şirketler alıyordu. Temel gıda için devletten destek alıyorlar ve en az destek fiyatı veren şirket ihaleyi alıyordu. Bunun yanında bir de puanlama mekanizması vardı. Temel gıdanın bulunmayışı şirketlerin hakkının iptaline veya bir sonraki ihaleden men edilmesine sebep oluyordu.

Temel gıdanın günlüğü 20-25 sester arası değişirken 21 sester fiyat vermek ticari risk anlamına gelir. Bunu da ücretli gıdadaki kârı düşünerek yapıyorlar ama tutmuyor tabii.

-- Mısır için ödemeli sipariş verebiliyor musun? -- Merkezi depodan gelmesi gerekiyor efendim, akşama gelebiliyormuş o da.

-- Tamam. Mısır siparişi ver. Sanırım genel bir sorun var bu konuda. Bunların temel gıda ihalesini hatırlatmana da gerek yok. Ben bunlarla yarışamam. Mahalleyi besleyeceğiz diye iflas ederiz. -- Tamam efendim.

-- Kekikli tavuk yanına keçi sütlü latte. Ekvador kahvesi varsa ondan. -- Tamam, beş dakikaya hazır efendim.

İçinden saate tamam efendim demek geldi. Öfkelendiğini hissetti. İki nefes alıp rahatladı.

Az sonra kahvaltısı geldi. Gündüz masaya dönüşen yatakta veya gece yatağa dönüşen masada yedi. Ekrandan o günkü akışını seyretti. Sosyal medyanın nostalji günlerinden biri. İnsanlar yirmi yıl önceki hayatlarını paylaşıyordu.

(Yezur) kahvaltı toplandıktan sonra tabletinden çalışma belgesini açtı. Mali müşavirine 9'da toplantı yapmak istediğini söylemişti, ondan önce biraz çalışabilirdi. Odadaki ekranlara belgeler yansıdı. İlk girmek istediği ihale bir inşaat şirketinin ölen ortaklarından birinin hissesi içindi. Adamı uzaktan tanıyordu. Beyin kanaması geçirmiş. Bir süre hasta yattıktan sonra öldü.

Şirketin yüzde yirmibeş hissesi satılıyordu. Şirketin belgelerini açtı. Geçen yılki cirosu 3.2 milyar Sester, adama düşen 800 milyon, bunun da %5'i kardır. Yıllık 40 milyon. İnşaat işlerinde kar belli, ne artar, ne eksilir. Garanti iş. Yıllık 40 milyon için en fazla 1 milyar sester verilebilir. Bunun yarısını krediyle çözsek... Yarısı için de gıda şirketinden hisse satsam.

Durdu. Tabletinden banka hesaplarını açtı. Birinde ikiyüzelli milyon sester görünüyordu ama vadesi yakında dolacak bir ödemesi vardı. Elinde en fazla yüzmilyon nakit vardı. Bununla bu ihaleye nasıl girebilirim diye düşündü.

Sonra ben verebileceğim fiyatı vereyim, bazen kalıyor böyle, girmiyor kimse ihaleye diye konuştu kendi kendine. Hesapları tekrar açtı, şirket hisselerini satabileceği değerlere baktı, kredi faizlerine baktı. Faizsiz, kar ortaklığı kredilerine baktı. Cebinden hiç para çıkmadan 1 milyar sester verirse, önümüzdeki yirmi yılın karının %80'ini bırakması gerekiyordu ama bunun incelemesi uzundu ve reddetme ihtimalleri yüksekti. Bu işi son güne bıraktığı için suçluluk hissetti. Tekrar faizli kredilere baktı.

Sonunda yediyüz milyon Sester fiyat vermeye karar verdi. Diğerleri muhtemelen gülecekti ama diğerleri olursa. Bazı durumlarda nakit problemi yaşadıklarından ihaleye girmiyorlardı. Bu zamana kadar böyle büyümüştü. Önceki gıda dağıtım şirketinin hisselerini normal fiyatından hayli ucuz almış, sonra normal fiyatından satmıştı. Hayatında bir defa olmuş ama olmuştu. İhale ve finans işlerinin bu kadar şeffaf olduğu bir düzende piyasanın verimli olmasını beklerdiniz ama zaman zaman, bilhassa büyük ihalelerde şirketler risk almayabiliyordu. Bakalım buna kimler girecek.

İkinci ihale bir gıda dağıtım ihalesiydi. Şirket ihalesinde verebileceği en yüksek fiyatı düşünen (Yezur), gıda dağıtımında verebileceği en düşük fiyatı belirlemeye çalıştı. Beşbin kişilik bir mahallenin gıda dağıtımını yapacaktı. Yarısında otomatik dolap olmadığı için dronlar kullanılacak. Kişi başı 23 sester desek. Temel gıda fiyatlarını her gün takip ediyordu. Dron masrafları da olur. 25 diyelim. Bir ailenin robot dolabı yoksa ücretli gıda da almıyorlar. Bunu da üçbin kişiden hesap edelim. Ücretli gıdadan kişi başı günlük 5 Sester kar etsek. Günlük 15bin de buradan gelir. Bu 15binin yarısından feragat etsem... 10binden feragat etsem, kişi başı 2 Sester de buradan indirim yaparım. Bu da dron masraflarını karşılar. Kişi başı 23 Sestere kadar inebiliriz burada. Bir de (Mustem)e sorayım.

Saat 9'a çeyrek vardı. Kalkıp iki üç adım attı. Saatinden bir keçi sütlü cafe latte daha istedi. Ekranların birine haberleri aç dedi. Sabah haberlerinde dünkü maçların sonuçlarını veriyordu. Bunu görünce tamam, kapat, sosyal akışı aç dedi. Tanıdıklarının neler yaptığına baktı.

Saatine -- (Fanur)dan haber var mı dedi. -- Hayır efendim, hala uyuduğunu söylediler.

-- Bu saate kadar uyuyorsa depresyondadır o, bence başka birini ayarla akşama. (Remin) nasıl? -- İlişkisi var efendim.

-- Hadi ya, haberim yoktu. (Denef)? -- O da ülke dışında görünüyor.

-- Başka birini bul o zaman. Bu akşamı yalnız geçirmek istemiyorum. -- Tamam efendim.

Saat 9'u birkaç dakika geçerek Mali Müşaviri (Mustem)den görüntülü arama geldi. Kısa bir nasılsınız efendim faslından sonra ihaleler konusu açıldı.

-- (Desdemon İnşaat) ihalesi iptal edilebilir. -- Neden dedi (Yezur).

-- Hisse dağılımlarına baktınız mı? -- %25 hisse satılacak, değil mi?

-- Diğer hisselere? -- Hayır bakmadım. Çok mu zor insanlar?

-- İki oğlunun %15 hissesi var. Bu konuda mali müfettişler görevlendirilmiş diye duydum. Aynı şirkette hem baba, hem çocukların hisse sahibi olmasını incelemeye almışlar. -- Aaaa, bunu farketmedim hayır.

-- Çocukların hisse devirleri incelenecekmiş. Muhtemelen izah edemezler, o zaman onların hisseleri de satışa konur.

(Yezur) biraz durdu.

-- Neden böyle yapıyorlar, risksiz bir %5 almak varken. Bu çaptaki bir miras kaçakçılığı herkesin dikkatini çeker.

-- Çekmiş de zaten. (Zeval) öldükten hemen sonra dedikodular başladı.

-- Satamamışlar mı bu arada?

-- Üçüncü şahıslara satsalar ve yurtdışına kaçsalar bile bulunuyor artık. Aile şirketinden hisse almak için paranın on kişiden dolaşması gerekiyormuş. Ben sana satıyorum, sen başkasına satıyorsun, o başkasına... böyle böyle on kişiye satılsa bile buluyorlar kaynağını.

-- Bütün bu alışverişin de belgeli gelirle olması lazım tabii.

-- E, evet, onu biraz halledebiliyorlar ama herkesin denetçi olduğu bu zamanda böyle işlere kalkışmak iyi cesaret. On kişiden biri bile gidip şikayet etse cezalık suç oluyor.

-- Soruşturma bitmeden ihale yapılmaz mı diyorsun? Bu %25 üzerinde şüphe yok neticede, belki ayrı ayrı satarlar.

-- (Zeval) ve çocuklarından başka iki ortak daha var. Birinin hissesi %40, diğerinin hissesi %20. Bunların biraz daha ucuza alma hakkı var, biliyorsun. Bir de şirketin iç işlerini daha iyi biliyorlar. Bence ihalenin durdurulmasını talep edeceklerdir. Yabancı ortak almamak için.

-- Ben biraz çalıştım. %25 hisseye yediyüz milyon verebiliriz sanki.

-- Krediyle mi?

-- Yüz milyon özkaynak, geri kalanı iki yıl vadeli kredi. Krediyi de gıda şirketindeki hisseleri satıp öderim.

-- Gıda işinden çıkıyor musun yani?

-- Gıda fiyatları artmaya devam ederse her şey belirsiz hale gelecek. Devletin doğrudan dağıtıma başlayacağı da konuşuluyor.

-- Devlet doğrudan dağıtıma başlamaz da, ihaleler büyütülecek diyorlar. Onbin kişi için değil, yüzbin kişi için yapılacakmış. Her şehirde en fazla on-onbeş dağıtıcı bırakmak istiyorlar. Belki toptancılar girer artık bu işe.

-- Ne diyorsun, bırakalım mı gıda işlerini?

-- İnşaata başlayacaksan, onun nasıl olduğunu bilmeden, hayır bırakma. Ben olsam bir iki gıda şirketi daha almaya çalışır, bildiğim işi yapardım ama sen bilirsin. Şirket ve para senin.

-- Sıkıldım gıda işinden. Satıp kurtulmak istiyorum. Hizmet sektörlerinde insanların keyfine çok bağımlısın. %3-5 seviyesinde geziyor kar. Daha yüksek istersen alamıyorsun zaten. Üretici kazanıyor en çok. Belki bir iki çiftlik alabiliriz. Genelde hep dikey büyüyen şirketler kazanıyor. Kendi üretiyor, kendi satıyor.

-- Buna bakalım. Et üretim çiftliği ihalesi vardı geçenlerde. Bu daha mantıklı olur. Sıkıntını da başka şekillerde çöz artık. Tecrübe kazandığın işi bırakmak bence anlamsız. İnşaattan da sıkılacaksın.

-- Bazen her şeyi satıp, bundan sonraki hayatımda o parayı yiyerek geçinmek istiyorum.

-- Bütün zenginlerin yapması gereken o ama ölünceye kadar bırakamıyorsunuz, nedense...

İkisi de güldü. (Yezur)unki biraz gergindi.

-- Neticede bu ihaleye girme diyorsun? diye tekrar başa döndü.

-- Yediyüz milyona alamazsın, masraf ettiğine değmez bence. İki milyara kadar yolu var diyorlar.

-- Diğer ihaleye bakalım o zaman. Beşbin kişilik gıda ihalesi. Kişi başı 23'ten girmeyi düşünüyorum.

-- Demografisine baktın mı?

-- Fakirler. Ekstra gıda alacaklarını sanmıyorum. Çoğunun robot dolabı bile yokmuş.

-- Saatle sipariş alıp, dronla dağıtım yapacaksın.

-- Evet. Üçbin kişinin de ekstra gıda alacağını düşünüyorum.

-- Bence kişi başı 23 başa baş noktası. Bir de belirsizlik diyorsun.

-- Daha fazlasını bırakmazlar. (Nevas)ın şirketi giriyor o bölgede ihalelere hep. Onlar da doğrudan üretim yapıyorlar.

-- Yanına üretici ortak bulabilirsin belki.

-- (Nevas)a sorsam olur. Belki bu defa bırakır ihaleyi. O zaman kişi başı 25-27 isteyebiliriz.

(Nevas) (Yezur)un eski bir arkadaşıydı. Yirmi yıl önce ikisi de sıfırdan kredilerle şirketler kurmuş, sonra kendilerini büyük şirket sahibi bulmuşlardı. O zamandan beri hem rekabet ederler, hem arkadaşlıklarını sürdürürlerdi. (Yezur) bir mesaj gönderdi, uygunsa kendisiyle bir toplantı yapmak istediğini söyledi.

(Nevas) -- şimdi mi? diye tek bir soru sordu.

-- Evet, hemen, beş dakika, bugünkü ihaleyle ilgili bir şey soracaktım.

-- Hangi ihale dedi (Nevas)

-- (Kamilos)taki ihale. Beşbin kişilik gıda dağıtımı.

-- Bir şey bilmiyorum o konuda dedi (Nevas).

-- Girmeyecek misin?

-- Hayır. Başka sorunlarım var, sonra anlatırım. Sen girebilirsin, ben yokmuşum gibi.

-- Tamam, konuşuruz dedi (Yezur).

Tekrar muhasebecisinin ekranını açtı. -- (Nevas) ihaleye girmeyecekmiş dedi.

-- O zaman daha yüksek bir fiyat verebilirsin.

-- Başka kimler giriyor olabilir?

-- (Däim) veya (Sebur Dağıtım) olabilir.

-- Arayıp sorsak mı onlara da?

-- Biri şikayet ederse ihaleye giremezsin. Farkındasın değil mi? İhaleye girecekler arasında iletişim yasak.

-- Sen arasan? Ağızlarını arasan mesela, kaçtan girecekler?

-- Hayır, ben öyle şeyler yapamam. Seninle bağı olmayan biri olması lazım soranın. Ona da ne kadar doğru bilgi verecekleri meçhul.

-- Suç ve mafya tarihi belgeseli seyrettim de geçen. Eskiden bu işler çok kolaymış. Arayıp ihaleye gireceklere biraz para veriyormuşsun ve çekiliyorlarmış. Çıkışma deniyormuş buna. Çekilmezlerse işin içine silahlı adamllar giriyormuş.

-- Robotlar yapmıyordur ihaleleri dedi (Mustem) gülerek.

-- Hayır, tabii ki, robotlar yok o zaman. Herkes aynı odaya giriyor ve fiyat veriyorlar. Kapıdan adamı almazlarsa ihaleye giremiyor. Düşünsene, ben bazı günler on ihaleye giriyorum. Bunun için on ayrı odaya girmek gerekiyor.

-- Hayatın daha yavaş olduğu zamanlardan bahsediyoruz. O zamanlar kimse günde on ihaleye girmiyordur.

-- Evet ama yine de fiyatların önceden belirleniyor olmasını kıskandım. Şimdilerde gık desen şikayet ediyorlar. Bu şirket ihalesinde kimseyle konuşamadım o yüzden.

-- İyi etmişsin konuşmayarak. Bilgi alacağım derken hapse girmeye gerek yok.

Bir süre daha konuştular. Sonra (Yezur) fiyat konusuna tekrar döndü ve kafasında belirlediğini söyledi. Saat 10 ve 10:30 arasında fiyatları verebilecekti. Saat 11'de sonuçlar belli oluyordu.

İhale sistemine biyometrik ve kimlikle giriliyordu. Beş dakika daha oyalanmak için robottan bir kahve daha istedi. -- Bu sefer sade istiyorum. Saati -- günlük kafein miktarını aşıyorsunuz efendim diye müdahale edecek oldu. -- Tamam, tamam, öğleden sonra içmeyeceğim, şimdi ihale zamanı diyerek onu susturdu.

Sisteme girdiğinde (Mustem)in dediği gibi şirket ihalesinin açılmadığını gördü. Açılan soruşturma nedeniyle iptal edilmiştir. İki hafta içinde tekrar açılacaktır. Çocukların durumunu bir haftada belirleyeceklerdi. Hakedilmemiş mal edinme. (Zerkubia)nın önemli suçlarından biri. Hapse atılmaktan daha kötüsü tüm mal varlığına el konulması ve on yıl süreyle iş yapamıyor olmak. Çocuklarına istediğin kadar harcama yapabiliyordun. En iyi okullar, en iyi oyuncaklar, en güzel tatiller... Ama onlara şirket hissesi veya sermaye veremiyordun.

Bir zamanlar gittiği (Ekonomi Hukuku) dersinde bunu sormuştu. Bir baba tüm malını çocukları için harcarsa suç değil ama bunu onlara bırakırsa suç, nasıl oluyor? Hocası çocuğun için harcadığında para ekonomiye tekrar dönmüş oluyor, para kendi kendine harcanmaz, çocuğun için harcaman o parayı bir şekilde ekonomiye döndürmek demek. Para harcama potansiyeli demek. Çocuğuna bu potansiyeli harcanmadan bırakırsan, o da bunu kullanarak toplumun geneli aleyhine avantaj kazanmış olur demişti.

İşyeri sahipleri o nedenle parayı çocukları için harcamayı tercih ederler, onlara hayata sermayesiz tutunmayı öğretirlerdi. Müteveffa (Zeval)in de benzer şekilde davrandığını düşünüyordu, belki çocuklar hisseleri kendileri kazanarak almışlardı. Genelde çocuklar bu çeşit şüphe ve soruşturmalara uğramamak için ailelerinden ayrı iş yapıyorlardı, herkes gibi devletin sermaye ve kredi desteğini alıyor ve genelde de başarılı oluyorlardı. Mirasen gelen sermaye etkisini ortadan kaldırsanız da, çevre etkisini ortadan kaldıramıyorsunuz ama bu da kabul edilebilir bir durumdu.

(İhale ve Gelir Dairesinin) sisteminden gıda ihalesini aradı. (Kamilos) bölgesinde 5843 kişinin gıda ihalesi. Beklenen nüfus artışı bilgisine baktı, 47 kişi mi? Bu fakir mahallelerin nüfus artışı da önemli bir sorun. Hala doğal yoldan üremeye devam ediyor olmalılar. Ne kadar kolaylaştı bu işler halbuki. Kendi kendine güldü. Vazektomi çoğu erkek için neredeyse sıradan bir operasyon halini almıştı. Çocuk istiyorsan kendini klonla demişti biri, gen tedavisi yapılması daha kolay, kimseyle paylaşmana gerek yok ve kendinin aynısı oluyor. Hatta cinsiyet değişikliği bile yapıyorlar artık. Kız çocuk istersen. Sırf kendinin kadın halini merak ettiğinden bu fikri bir süre kafasında beslemişti.

Hesaplarını yeniden yaptı. Günlük 23 yerine 24'ten hesap etti ve sisteme bu şekilde girdi. Risk almaya gerek yok bu insanları besleyeceğiz diye.

İhale sonuçlarını beklerken şirket ihalesiyle ilgili haberleri aradı. Sosyal akışında bir şeyler var mı diye baktı. Yoktu. Konuyla ilgili bir haber buldu ama soruşturma en kısa zamanda tamamlanacaktır şeklinde bildik yadayada dışında bir bilgi yoktu. Çocukları kendi aramayı düşündü, ne diyeceğini bilemediği için vazgeçti.

-- Spor salonuna erken gitsem olur mu diye sordu saatine. -- Rezervasyonunuzu 10:30'a aldım efendim dedi saat. -- Tamam. Hemen spor kıyafetlerimi getir o zaman. -- Tamam efendim.

Giyindikten sonra bir uçan scooter çağırdı. Bunlar yeni moda. Pahalı ama havalı. Yerden yirmi santimetre yukarıda gidiyor ve tekerlekli olmadığı için daha rahat ve güvenli. Spor salonuna ulaşması yedi dakika aldı.

Spor salona girerken ihalenin sonucu geldi. (Kamilos) gıda dağıtım ihalesini kişi başı 20 sester fiyat veren (Supramax) almıştır. 20 mi? Bildiği bir şirket değildi. Üreticilerden biri olmalı.

Canı sıkılınca sol omzunda hissettiği o ağırlık geri geldi. Kolundan boynuna doğru yayılan bir ağırlık. Ağrı değil, sıkıntı. Spora başlamadan önce EKG çekilmesi şarttı. Sağlığını soran robota bir de kan tahlili yapar mısınız dedi. Robot bir iğne çıkarıp kolunu uyuşturdu ve başka bir iğneyle kan aldı. EKG analizinde bir bulguya rastlanmadı ama içine şüphe düşmüştü. Sadece yürümeye karar verdi.

Yürüyüş makinesinin kaslara ufak sinyaller veren bantlarını ve sanal gerçeklik kaskını taktı. Sanal bir bir deniz kıyısında yürümeye başladı. Aklının kaybettiği ihaleden uzaklaşması için bir şeyler seyretmek istedi ama sıkıldı. Ardarda kaybettiğim sekizince ihale. Bu gidişle hepimiz birbirimizi batıracağız.

Başka bir iş yapması gerektiğini bir zamandır düşünüyordu ama hangi iş acaba? Kıyafet dağıtımlarının bir süredir gıdadan daha karlı olduğunu söylüyorlardı ama modayı takip etmek gerekiyordu. İnsanların sevdikleri kıyafetler sunmak, yiyecekleri gıdayı sunmaktan zordu. Sahibi ölmüş ve devletçe satılan ufak şirketleri alıp büyütmek gibi bir fikri vardı ama ufak şirketlerin sahiplerinin kolay ölmediğini görmüştü.

Yarım saatin sonunda makineden indi. Kendini duşun sıcak suyuna bıraktı. Sonra saunaya girdi ve bir şeyler okudu. Tekrar bir duştan sonra yemek için bir restorana gitti. Zihni ihaleden ve işten uzaklaşmıştı.

Garson robot geç bir kahvaltı mı, erken bir öğle yemeği mi efendim diye sordu. Erken öğle yemeği, meclise gitmem gerek, bana sarımsaklı kağıtta levrek yapar mısın dedi. Tabii ki efendim dedi ve gitti. Beş dakika sonra yemeği getirdiler. Yanında zencefilli kola istedi. Yerken bugünkü meclis gündemini okudu.

(Zerkubia)da her şehirde o şehrin işleyişini denetleyen bir (Binler Meclisi) vardı. Uygun şartlardaki her bin kişiden biri kurayla belirleniyor ve altı ayı stajyer üyelik, toplamda iki yıl şehirle ilgili tüm kamu işlerinin denetimini yapıyordu. (Binler Meclisi)nin ihaleler, insanların temel ihtiyaçlara ulaşımı, memurların ve işçilerin görevlerini hakkıyla yapıp yapmadığı, jumrelerin işleyişi ve genel olarak tüm şehir hakkında denetleme hakları vardı. Şehir sakinlerinden gelen şikayetleri ve ihbarları dinliyor, bunların gerekli kurumlarca hakkıyla takip edilip edilmediğine bakıyorlardı.

(Yezur) beş ay önce meclise kurayla seçilmişti. Reddetme hakkı vardı ama hem normalde kazandığının iki katı ödeniyor, hem de çevre edinme açısından iyi oluyordu. Haftada üç gün öğleden sonraları toplanıyorlardı. (Yezur) henüz staj aşamasında olduğunda işleyişi öğrenmekle meşguldü.

(Zerkubia)da bir de (Milyonlar Meclisi) adıyla bilinen, devlet hakkında benzer şekilde genel denetim yapan bir meclis vardı. (Binler Meclisi)nin valiyi görevden alma hakkı olduğu gibi, (Milyonlar Meclisi)nin de bakanları ve devlet başkanını görevden alma hakkı vardı. Bu meclisler yoluyla devlet başkanı hiç değişmemiş ama seçilmiş valilerin bazısı bu şekilde görevden alınmıştı.

Eskiden güçler ayrılığı diye bir kavramdan bahsediyorlardı. Yargının önünde teorik olarak herkes eşitti ancak aynı bürokrasinin sağ elinin, sol elini yargılaması, bunların da kendileri üzerinde hakimiyet kurmuş politikacıları yargılaması çok nadir görülen olaylardandı. Ayrıca burada tersinden de bir çatışma vardı. Yargılama aslında adalet gibi bir propagandanın arkasında bürokrasinin hakimiyetini tescil eden bir mekanizmadan başka bir şey değildi. Klasik devlet sistemlerinde siyasetçilerin yargılanması zaten siyasi bir olaydı ve bürokrasi bu yolla adalet yerine kimseye hesap vermeden hesap sorma yetkisine sahip oluyordu. Siyasetçilerin güç edindikleri için yargılanamaz hale gelmesiyle, yargı mensuplarının güç edindikleri için bir yargıçlar diktatörlüğüne yol açması iki kötü alternatifti.

İnsanlar kendi adalet anlayışlarını paylaşan yargıçların hükümlerinin adil, diğerlerinin zulüm olduğunu düşünür. İnsanlar aynı şekilde kendi anlayışlarında olan bir diktatöre de ses çıkarmayacaktır. Bu gibi sebeplerle adalet ve hukuk bir takım idealist, dünya dışı kavramlarla izah edildiğinde her zaman kabile hukukuna dönüşür, bizim gibi olanların bizim gibi olmayanlar üzerindeki hakimiyet göstergesi.

(Zerkubia) anayasası bu sebeple bürokrasinin denetimini başka bir bürokrasiye bırakmaz. Diğer bürokrasilere nazaran daha küçük ve sınırlı olduğu halde bürokrasinin kendi yöneticilerini yargılayamayacağını anlamıştır. Bunun yerine bürokrasinin kontrolünde olmayan meclisler kurar. İnsanlar sınırlı süreyle bu meclislere kurayla seçilir ve bürokratik işleyişin kanunların ruhuna uygun olup olmadığını denetler. İnsanlar arasındaki temel adalet duygusuna ve yanlış yapana karşı oluşacak hasedin genel adaleti sağlayacağına inanır.

(Yezur) da 5 ay önceki kurada şehrin (Binler Meclisi)ne seçilmişti. İşleyişin nasıl olduğunu öğrenmek için haftada üç gün, öğleden sonraları meclise gidiyor, oy hakkı olmadan oturumları dinliyordu. Meclisin en masraflı üyelerinden biriydi, çünkü günlük kazancı (Yezur) kadar olan fazla kimse yoktu. Meclisin çoğunluğu maaşlı çalışan veya temel gelirle yaşayan insanlardı. Herkes kurada çıktığı günkü gelirinin iki katını aldığı için (Yezur)a da saati 900 Sesterden ödeme yapılıyordu.

Bugünkü meclis gündeminde (Kasevon)daki ev yapım çalışmalarının gecikmesi, (Buremas)taki gaz dağıtım şirketinin iflasının hileli olduğu, iki gıda dağıtım ihalesinde ve bir cenaze hizmetleri ihalesinde çıkışma alındığı gibi şikayetler vardı. Jumresinden ayrılmak isteyen birine (Jumreler Dairesi)nde zorluk çıkarıldığı ve bir yargıcın davalarını geciktirdiğini söyleyen yedi kişi şikayet etmişti. (Yezur) bunların bazısının mahkemelere gönderileceğini biliyordu. İnsanlar bürokratik yargıya nazaran kendilerine yakın gördükleri (Binler Meclisi)ne normal şikayetlerini de yapıyorlardı ve Meclis de bunları yargıya gönderiyordu. Yargının görevini yapmadığını söyleyenler oluyordu, onlara meclis bakıyordu.

Uzaktan bağlanıp görüşmeleri takip etmek de mümkündü ama salonda bulunmak insanların ne istediğini anlamayı kolaylaştırıyordu.

Toplumun fotoğrafı demişti bir arkadaşı. Seçim veya referandum gibi değil, onlar üzerinde çalışılmış, orası burası çekiştirilmiş anlık görüntülerdi. Profesyonel politikacıların bitmek tükenmek bilmeyen meslekleri halkı istedikleri yöne çekiştirip bir fotoğraf almaktı. Seçimler bu işe yarıyordu sadece.

(Binler Meclisi) ise daha çok uzun pozlama bir fotoğrafa benziyordu. İnsanlar iki sene boyunca görev yaptıkları için daha anlamlı görüntülerini edinmek mümkündü. Sekterlik, gruplaşma, partileşme burada da vardı. İnsanlar birbirlerinin jumrelerini öğrendikten sonra buna göre hizalanıyorlardı. Görev yaptığınız sürece hepsi değişen 485 üyeyi tek tek tanımak mümkün değilse de kimin hangi taraftan olduğu, nasıl bir ölümsüzlük hikayesine inandığını belirlemek uzun sürmüyordu. Yine de bu hizipleşmenin meclisi ele geçirmesine pratik sebepler müsaade etmiyordu. Hem kalabalık, hem de sürenin kısalığı. İnsanlar yerlerine alışıncaya kadar 18 aylık görev süreleri bitiyordu.

6 ayda bir kura çekilirdi. 15 yaşından büyük zihinsel engeli olmayan her süreçdaşın eşit şansı vardı bu kuralarda. Her 1000 kişi için 2 kişi, biri asil, biri yedek. Kurada çıkanın iki haftada cevap vermesi gerekiyordu. Nadiren asil üyeler kabul etmiyor, onlar yerine yedeklere soruluyordu. Ömrü boyunca iki defa kurada çıkmak da mümkündü. Her dönemde üç-dört kişi tecrübeli olurdu.

Meclisin işleyişi çoğunlukla robotlar tarafından sağlanıyordu. Bir başkanları yoktu. Bir şikayet yapıldığında meclisin 20-30 üyesine rastgele gidiyor, onlar da bunun genel görüşmeye değer olup olmadığını belirliyordu. Genel görüşmelerde de görevsizlik verildiği oluyordu. (Binler Meclisi)nin görevi devletin doğru çalışıp çalışmadığını denetlemekti ve yargı sisteminin bakması gereken konuları onlara gönderiyorlardı.

(Yezur) stajyer üye olarak oy hakkına sahip değildi ama konuşma yapabiliyordu. Görüşülecekler arasındaki gıda ihalesinde rüşvet konusu ilgisi çekti. Dosyayı biraz okumaya karar verdi.

(Gulepta) adıyla bilinen eski bir mahalle yenilenmişti. Şehrin merkezindeydi ama tüm mahalle boşaltılmış, binalar yıkılmış ve yeniden yapılmıştı. Yerleşmeler yeni başlıyordu. Buranın gıda ihalesinin çok kısa süre duyurulduğu ve gireceklerin de birbirlerine çıkışma verip uzaklaştırıldığı söyleniyordu. Çıkışma konusunu mahkemeye göndereceklerdi, meclisin özel hayatı içine alan soruşturma yapması mümkün değildi ama ihale sorumlusu memurun görevini doğru yapıp yapmadığını inceleyeceklerdi.

Memur ihaleyi gece 2'den sabah 8'e açık tutmuş ve ihaleye tek bir firma girmişti. O da kişi başı 37 Sester fiyat vermiş, ihaleyi almıştı. Nüfus küçüktü, mahallede yeni taşınan 800 kişi vardı ve yıl içinde bu kadar daha gelmesi bekleniyordu. Bu gibi belirsizlikler ihale fiyatını yükseltirdi ama 37 yapmazdı. Memurun ihaleyi bu kadar kısa süre açık tutması bir kabahatti.

Memurun ne diyeceğini bilmiyordu ama muhtemelen kamu hizmetinden men edilecekti. Neden ortaya çıkması böyle kolay bir şey yaptığını merak etti. İnsanların aptallığı teknolojiyle tedavi edilmiyor. Belki kimsenin şikayet etmeyeceğini düşünmüştü. Ne kadar rüşvet almıştır diye düşündü. İhale normalden 10 Sester pahalı olsa, sahibi yıllık 100bin Sester civarı aşırı kar etmiş olur, bunun da onda biri olsa... Bunun yarısını dağıtmıştır en az. Bunu bulmaları zor değil, gelir ve gider kayıtlı olmalı. Vergi olmadığı için gelirini giderini takip etmek de tehlikeli değil.

Tabletine yapacağı konuşmayla ilgili not aldı. İhale sorumlusunun görevini yapmadığı açıktı ve bu fiyatla ihalenin kabul edilmiş olması bir soruşturmayı gerektiriyordu. Kendini tanıtmayı da unutmamalıydı, bugün bir ihaleye girdim de demeliydi.

Diğer ihale şikayetlerine de göz gezdirdi. (Kasevon)daki inşaat şirketinin iflasının hileli olduğu söyleniyordu. Sahibi tanıdıklarına şirket kurdurmuş, kendi yapacağı işleri o şirketlere alacağı ödenekten daha fazla paraya yaptırmıştı. İnşaat şirketinin iflası (Mülkler ve Şirketler Mahkemesine) gitmişti. İşlerin yarısı da bitmiş görünüyordu. Aldığı para da bundan daha azdı. Denetlemeler de yapılmıştı. Yüklenici şirket iflas ettikten sonra yeni ihale açmakta gecikmişlerdi. Evler zamanında yetişmemiş ve bu yavaşlığı şikayet ediyorlardı.

Tablete bakarken salon sesleri kesildi, ışıklar sonuna kadar açıldı. Yönetici robotlar yerlerini aldı. Açılış müziği çalmaya başladı. İnsanlar dışarıdan salona gelmeye başladılar.

Tabletlerinde kesin gündem belirdi. İlk sırada emrindeki insanlara kendi jumresinin işlerini yaptıran bir polis komiserine ilişkin şikayet vardı. Dört kişi söz almak istedi. Onar dakika konuştular. Konuşanların kim olduğu tabletlerde beliriyordu. Üçüncü konuşmacı hariç hepsi komiserin aleyhine konuştular. Lehinde konuşan da komiserin jumresindendi. Oylama yapıldı ve komiser görevinden alındı. Polislerin lehine karar çıktığını hiç görmemişti zaten. Yetkileri geniş olmasına rağmen eğer bunları suistimal ettikleri görülürse hemen görevden alınıyorlardı.

Bu konuşmalar sırasında (Yezur) tabletinde jumre ayini için tüm görüşmelerin durdurulmasını isteyip istemediğini soran bir mesaj gördü. Görüşmelerin durdurulmasına gerek yok, ben kendim çıkar güneşi selamlarım. Acele adımlarla çıktı. (Yezur) güneşe tapan bir jumreye mensuptu ve günlük tek ibadetleri güneş zirvedeyken ellerini kaldırıp, ona dua etmekten ibaretti. Hayatın ışığı, yıldızların perdesi, hakikatin tek kaynağı, seni selamlarım. Bana ışığının aydınlığını ver ve beni karanlıklardan koru. İçimi ve dışımı aydınlat ve gözümü aç. Ufkumu genişlet ve beni yarattığın dünyaya ışığını yansıtanlardan eyle. Güneşi gören bir pencereyi açtı. Ellerini kaldırıp belinden eğildi, gözlerini kapattı, duayı okudu. Başını hafifçe eğip selam verdi ve geldiği hızla salona geri döndü.

Her üyenin 15 dakika için oturumu durdurma hakkı vardı. Sistem bu talepleri birleştirir, belli aralarda mola yapardı. Üyeler isterse kendileri çıkabilirdi. Görüşmelere katılım mecburiyeti olmadığı için müslüman jumreleri gibi toplu namaz molası vermek gerekmiyorsa görüşmeleri kesmiyorlardı.

Döndüğünde başka bir konuya geçmişlerdi. Şikayet jumresinden çıkmak isteyen kadınlara zorluk çıkardığı söylenen (Jumreler Dairesi) yöneticisi ile ilgiliydi. Kendi jumresinden olan birkaç kadın ayrılmak istemiş, bunları kayda almamak için onlardan gereksiz belgeler talep etmişti. Jumre bir lezbiyen jumresiydi, (Jumreler Dairesi)nde çalışan yöneticinin bu kadınlarla ilişkisi olduğu için ayrılmalarını zorlaştırdığı söyleniyordu.

Yönetici salondaydı. Böyle durumlarda meclis üyelerinin konuşmaları arasında şikayet edilenler kendini savunur ve en son genel bir savunma yaparlardı. Bir konuşmacı vardı zaten. O da yöneticinin istediği belgelerin normal olduğunu, herhangi bir zorluk çıkarmaya çalışmadığını anlattı. Kadın da aynı şekilde bu kadınların kendisine komplo kurmak için böyle yaptıklarını, konunun kendi jumresinin iç işleriyle ilgili olduğunu söyledi. Şikayetçiler jumreden ayrılmış, hatta biri gittiği yerden de başka bir yere gitmişti. Oylama yapıldı ve yöneticinin bir kabahati olmadığına karar verildi.

Önündeki tablet üçüncü görüşmeye geçmeden önce öğle namazı için mola verileceğini söyledi. Yüzden fazla üye çıktı. (Yezur) önünde oturan kadının tabletinde oynadığı oyuna baktı. Desenli yastıkları düzenlemeye çalışıyordu. Yüzyıllardır aynı oyunları oynuyorlar diye düşündü. Saatine -- yeni ihale ilanı var mı? diye sordu. Aklına soracak bir soru gelmemişti. Oynayacak oyunlar bulmalıyım

-- 18 ihale var efendim dedi saati. Bunlardan sekizi gıda dağıtım, üçü kıyafet, dördü genel ihtiyaç ve tamirat ihalesi. Ayrıntılara bakmak ister misiniz?

-- Gıda dağıtımına bakmak isterim. Onları işaretle, akşam bakayım. Genel ihtiyaç ve tamiratları da işaretle. Bunların hepsi şehir içinde değil mi?

-- İkisi (Kopradino)da, diğerleri şehirde efendim.

-- (Kopradino)dakilere girmiyorum. İşaretlediklerinden onları kaldır.

Bu arada toplantı yeniden başladı. Üçüncü konu kendisinin de konuşmayı düşündüğü gıda dağıtım ihalesindeki rüşvetle ilgiliydi. Tabletinden konuşmak istediğini bildirdi. Sistem yirmibeş konuşmacı olduğunu ve kurayla bunlardan onikisinin seçileceğini söyledi. Gıda dağıtım ihaleleri herkesi ilgilendiren konular olduğu için konuşmacısı da çoktu herhalde. Ayrıca rüşvet ve kayırma gibi konuların rağbet gördüğünü keşfetmişti.

Tabletinden yedinci sırada konuşacağını öğrendi. Konuşmalar yerinden kalkmadan yapılıyordu. (Yezur) da yeniden dosyayı inceledi. Notlarına baktı.

Bütün konuşmacılar sırayla aynı şeyleri söylüyordu. İhale fiyatı çok yüksekti. İhale çok kısa zaman askıda kalmıştı. İhale memurunun bunlara yetkisi olmasına rağmen yetkiyi kötüye kullandığı belliydi. İhalenin iptal edilmesi ve memurun görevden alınması gerekiyordu. Konuşmacıların biri şikayetçilere 1000 Sesterlik ödülün 2000 Sester yapılmasını istedi. Bunu da oylayacaklardı. Kendisine sıra geldiğinde (Yezur) da aynı şeyleri söyledi. Memur sonucu bildiğinden olacak görüşmeye katılmamıştı. Söylecek sözü olmadığı anlamına geliyordu.

(Zerkubia)da memurluk süresi nadir durumlar dışında beş yılla sınırlıydı. Devlet hizmetinde beş yıl çalışınca görev süreniz bitiyor ve üç yıl devlette çalışamıyordunuz. İhale memurunun beş yıllık süresi de dört ay sonra bitiyordu. (Yezur) konuşmasında buna dikkat çekti ve kamu hizmetinden ömür boyu men edilmesi gerektiğini söyledi. Ondan sonra gelen konuşmacılar da bunu tekrarladılar.

En son ihalenin iptali, memurun ve ihaleyi alan şirketin mahkemeye gönderilmesi, şikayetçilere normalin iki katı ödül verilmesi, memurun ömür boyu bir daha devlet hizmetinde çalışamaması oylandı ve kabul edildi. Beş aylık gözlemlerinde rüşvet konulu hiçbir şikayetin sonuçsuz kalmadığını görmüştü. Bu da aynı şekilde bitti.

Bir mola daha verdiler. Elli kişi çıktı. Bunlar kimdi acaba? Neden öğleden sonra çıkıyorlardı? Peşlerinden gitmeyi düşündü ama gereksiz buldu. Saatiyle konuştu. Ondan kendisine fıkra anlatmasını istedi. İkincisinden sonra sıkıldı. Bir şeyler seyretmek istedi. Sonra aklına akşamki buluşması geldi. -- Akşam için kimi ayarladın dedi saate. -- (Raas) isminde biriyle buluşacaksınız efendim. -- İlk defa duyuyorum, sanırım sürpriz buluşma ayaladın. -- Evet, efendim. Aynı jumreden. -- Güzel. Bana bilgilerini göndersene. -- Tamam efendim.

Saat tabletine bilgileri gönderdi. Oradan (Raas)ın sosyal bilgilerine, fotoğraflarına bakacaktı. Bu arada meclis oturumu tekrar başladı. Bu seferki şikayet davalarını sonlandırmayan bir hakimle ilgiliydi. Yedi ayrı davanın tarafları aynı yargıcı şikayet etmişlerdi.

Yargıç salondaydı. Yargı konularıyla ilgili hep konuşma yapan bir avukat yine konuşmaya başladı. Davaların üç aydan kısa sürecek davalar olduğunu ama yargıcın altı aydır bunları bitirmediğini söyledi. Yargıç kendini bilgilerin yavaş geldiği ile savunmaya çalıştı. Sonra bir de psikolog üye çıktı. Yargıcın bir sürmenaj ve depresyon testinden geçmesi gerektiğini söyledi. Yargıç onun konuşmasına cevap verirken ağlamaya başladı.

Sekiz ay önce üç yaşındaki çocuğunu kaybetmişti. Ücretsiz izin almak istemiş ancak kocasıyla yeni taşındıkları robot evin ödemelerine yardımcı olmak zorunda olduğu için vazgeçmişti. O zamandan beri kendini hiçbir işe odaklayamıyordu. Meclise bile kendini sürükleyerek gelmişti. Kendisini görevden almamaları için yalvardı. Davaları en kısa sürede bitireceğine söz verdi. Bunların hepsini ağlayarak anlatıyordu.

Yargıcı dinlediler. Daha sonra başka biri neden bu konuda tedavi olmadığını sorduğu bir konuşma yaptı. Oldum dedi yargıç, işe yaramadı.

Oy hakkı olsa bir ay sonra yeniden görüşme yönünde kullanırdı. Meclisin bazı konularda yeniden görüşmeye karar vermesi de mümkündü. Üzerinden zaman geçince bazı olaylar daha netleşiyordu.

Bir meclis üyesi daha konuştu. Yargıca süre vermenin davalarını aceleyle bitirmesine sebep olacağını, görevine devam etmesine karar vermenin de gecikmeleri devam ettireceğini söyledi. Zor olmakla beraber meclis yargıcı görevden almalıydı. Yargıç bu konuşmacıya cevap vermedi. Sadece oturduğu yerde ince ince ağlıyordu.

Oylamaya geçildi ve yargıç görevden alındı. Kamu hizmetinden men edilmedi ancak üç yıl bürokrasi dışında çalışması gerekiyordu zaten.

Kadın ağlayarak dışarı çıkarken (Yezur) da çıktı. Bugünlük göreceği kadarını görmüştü. Yemek yemeliyim diye düşündü. -- Restoranda ne var diye sordu saate. -- Hardallı hindi dolması görünüyor efendim dedi saat. Sevdiğiniz başka yemekler de var. -- Tamam. Oraya gideyim.

Meclis restoranında ekranlı bir odaya oturup yemek yedi. Yemek sırasında biraz haber, biraz belgesel seyretti. Çelik yapımının nasıl geliştiğini anlatıyordu. Artık insanların yaptığı hiçbir şey kalmamıştı. Madenden cevheri çıkarmakla başlayıp, çeşitli formlarda satışına kadar her şeyi robotlar yapıyordu. Belki bu işe girmeliyim diye düşündü. Metal endüstrisi şirketlerine baktı. Geri dönüşüm üzerine çalışan büyük bir şirketin %12 hissesi satılıktı ama fiyatı ve getiriyi görünce almaktan vazgeçti. Gıda dağıtımı bile daha iyi getiriyor.

Robotların girdiği endüstrilerde hep böyle oluyor. Robotlar ne kadar etkinse kar da o kadar azalıyor çünkü rekabet kolaylaşıyor. İnsanları bir organizasyon içinde verimli kullanmak en az on yıla maloluyor ama robotları bir defa yapıyorsun ve hemen organize oluyorlar. Gıda işi de böyle olacak diye düşündü (Yezur), sonunda bütün işler böyle olacak, hepsini robotlar yapacak ve biz de en fazla onların çalıştığı şirketlerin hisseleriyle oynayıp duracağız.

Saati (Raas)la buluşmasına iki saat kaldığını söyledi. Biraz yürümek ister miydi. Meclisin bakımlı bir bahçesi vardı ve orada yürüyebilir, yürürken de bir şeyler dinleyebilirdi. Kabul etti. Yarım saat yalnızlıkla başa çıkma konusunda dinlemeye başladığı kitabı dinledi. Bu gibi kitapların hemen hiçbir şey anlatmadığını hissetti. Zamanımızda yalnız kalıyorsanız bu sizin sorunlu olduğunuzu gösteriyor diyecekti neredeyse. İletişim imkanlarının bu kadar arttığı bir zamanda yalnız kalmamak kişinin kendi sorumluluğundadır.

Yalnızlık değil asıl meselem diye düşündü. İlişkilerin hiç bir zaman derinleşmemesi. İnsanlar birbirine muhtaç olmadığında hep kıyıdan seyrettikleri limanlar gibi oluyorlar. Eskiden insanlar birbirine tamamen muhtaçmış, zor zamanlarmış ama ilişkilerin derinliği de ancak o şekilde oluyor diye düşündü. Sanırım kimsenin derin bir ilişkisi yok.

Parktan çıktı. Bir araç çağırıp eve döndü. Eve istediği bazı eşyalar gelmişti. Bir müzayededen aldığı devrim öncesine ait kitaplar ve büyük bir fotoğraf. Şu an yerinde olmayan bir köprüyü gösteriyordu. Ölümü hatırlamak için iyi olur diye düşündü, bütün büyük köprüler yıkılır ve insanlar ölür. O halde gününü yaşamaya bak.

Hazırlanmak için duşa girmeyi düşünürken saati -- Elektrik sinyallerinden seks arzuladığını görüyorum dedi. -- Evet ama gerçek olanından, robotla olanından değil. -- (Raas)la ilk defa görüşeceksin ve bunun mümkün olacağını sanmıyorum dedi saat. Sesi biraz bilgiç gelmişti. -- Biliyorum ama bu hayal etmeme engel değil. Saat bir an sustu. -- Seks robotunu çağırmamı ister misin dedi. -- Sarışın olsun dedi (Yezur). Az sonra odaya sarışın bir android girdi. Onunla beraber odaya bir parfüm kokusu doldu. -- Parfümü sevmedim dedi (Yezur). Robot -- hemen değiştiriyorum sevgilim diye cevap verdi. -- Sevgilim demene gerek yok, robot olman beni rahatsız etmiyor dedi. -- Nasıl istersen diye cevap verdi robot, benim adım (Mûal), konuşmak ister misin? -- Ne zamandır bu işi yapıyorsun? diye sordu (Yezur) alay etmek için. Robot espri yaptığını anlayıp güldü.

(Mûal) ile yarım saat birlikte oldular. Seks robotlarının cildinde durumun tuhaflığını unutturacak hormonlar bulunuyordu. Kendini çıplak bir sarhoşluğa kaptırdı. (Yezur) bir kadının yanında olduğundan daha rahat hissettiğini düşünüyordu. İnsanlarla daha zor, seni yargılarlar, robotlar işini yapar ve unutur.

(Yezur) duşuna, (Mûal) bundan sonraki müşterisine gitti. Cinsellik pek çok insan için sadece robotlarla yaşanan bir şeydi. Eğer çocuk sahibi olmak istemiyorsa bir insanla aynı yatakta çıplak bulunmaya gerek duymuyorlardı. Masraflı ve riskli.

Akşama yeni kıyafetler istedi. Hazırlanması kısa sürdü. Spor salonuna mı gitsem? diye düşünürken kendini oyun oynarken buldu. Devrimden önceki bir savaş alanında sniper oldu. Kadın ve çocuklara zarar vermeden düşman askerlerini öldürmeye çalışıyordu. Erkeklerin kadın ve çocuklara zarar vermeden birbirini öldürmeye çalışması içgüdüsel herhalde diye düşündü.

Saati zaman geldi efendim diye ötmese unutmuştu. Bir insanla görüşmek istemediğini farketti, kalıp oyun oynamaya devam etmek istiyordu ama bir defa ayarlandıktan sonra görüşmeleri iptal etmek zordu. Kimmiş bu (Raas) bakalım. Ortak tanıdıklarımız vardır belki.

-- Bir araç çağır dedi saate. -- Görüşmeyi nerede ayarladın? diye devam etti hemen. -- Görüşme (Duş)ta efendim. Biraz durakladı. -- Araç çağırdım dedi.

(Duş) yeni açılmış bir özel görüşme mekanıydı. Her odada duş olduğu ve çeşitli hamam fantazileri için robotların olduğu söyleniyordu. (Yezur) daha önce gitmemişti. -- (Raas) mı istedi diye sordu. -- Evet efendim, o istedi burayı. -- Hmm, değişik planları var sanırım diye kendi kendine güldü.

Hazırlanması ve evden çıkması kısa sürdü ama (Duş) uzaktaydı. Şehrin diğer taraflarında, nehrin kıyısında büyük bir alan. Trafikten dolayı geç kalacak gibi göründüğünde saatinden (Raas)a haber vermesini istedi. -- O da yoldaymış efendim diye cevap verdi saat.

Girdiğinde kendini bir hamam konsepti içinde buldu. Servis robotları peştemallıydı. Her yerden buharlar çıkıyordu. Tütsüler yakılmış, ortalıkta meyve tabakları, bazı insanlar hamamda oturur gibi ortada oturuyordu. -- Uygun giyinmemişim dedi saatine. -- Kıyafet ayarladım efendim dedi saati. -- Peştemal mi giyeceğim? Saat cevap vermedi ama kıyafet odasını girdi. Robotlardan birinden peştemal ve havlu aldı, kendi kıyafetlerini bıraktı. Ortama uyum sağladığında rahatlamıştı. -- Müfettiş gibi hissetmiştim dedi saate. -- Burada da bekleyebiliriz efendim veya odalardan birine geçebiliriz.

Ortamın kokusunda sarhoş edici bir şey vardı. Zihninin bulanmaya başladığını hissetti. İnsanların yüzleri hem birbirine benzemeye, hem değişmeye başlamıştı. Gözleri kısık, karşıdan gelen siyah saçlı, otuzlarında bir kadına bakmaya başladı. O da (Yezur)a bakıyordu. -- Merhaba, ben (Raas) diye elini uzattı. -- Merhaba dedi (Yezur). -- Ortam etkisini göstermiş, gel daha serin bir yere geçelim.

(Yezur) ayağa kalkınca sarhoşluğunun farkına vardı. -- Neden bu kadar çarptı anlamadım dedi (Raas)a. -- Orası sarhoş olmak için de ondan, tütsüler uyuşturuculu. Burada birazdan kendine gelirsin.

Bir kadınla sarhoşken tanışmanın eksileri olduğu gibi artıları da vardı. İçine kaybedecek bir şey yok hissi dolmuş ve kendini anlatırken yalan söylemeyi bırakmıştı. Olması gerekeni değil, olanı anlatıyordu, kendini ne kadar yetersiz hissettiğini.

Erkek kendini övdüğünde de, yerdiğinde de bunu bir kahramanlık hikayesi olarak yapar. Dünya ne kadar kötü ve bana ne kadar kötü davrandı ama beni yenemedi hikayesi. (Yezur) da buna benzer bir hikaye anlatmayı planlıyordu kendiyle ilgili ama tütsülenmiş zihni artık bir kahramanlık masalı anlatacak kadar tutarlı değildi. Sonradan o akşam ne konuştuklarını tam olarak hatırlamadığını farketti.

Robotlara yemeklerini söylemişler ve (Yezur) ağlamaya başlamıştı. Hayatının ne kadar karmaşık, ne kadar sonu belirsiz ve ne kadar yalnız olduğundan bahsetmişti. (Raas) kendine hakim bir kadındı, buluşacağı adamın kim olduğunu da araştırmıştı. Bu manzarayı pek beklemiyordu. Daha doğrusu (Duş)taki buluşma amacı biraz daha rahat etmesini ve içindekileri dökmesini sağlamaktı ama bu kadarını beklemiyordu. Otuzlu yaşlarında zengin ve başarılı bir adamın içinden ezilmiş ve yalnız biri çıkmıştı.

(Raas) bir robot tamircisiydi. Bunun daha fantastik söylenmişi elektronik kartvizitinde yazıyordu ama kendinden bahsederken tamirci demeyi tercih ederdi. Robotların mekanik ve dışarıdan müdahaleyle çözülmesi gereken sorunlarını çözerdi. Genelde ev ve hizmet robotlarının değil, üretim robotlarının işlerini yapıyordu.

(Yezur)un ağlaması kesilip biraz daha normal konuşmaya başlayınca yemeklerini söylediler. -- Çok ağır geldi sana bu tütsüler dedi (Raas). -- Sanırım öyle oldu. Ben de şaşkınım dedi (Yezur). -- Sarhoş olmaya alışkın değilsin herhalde -- Alışık olduğumu sanıyordum ama değilmişim. Özür dilerim -- Önemli değil, unutmayacağım bir tanışma olacak dedi ve güldü.

(Raas)la aynı jumredendiler. Ortak tanıdıkları da vardı. (Güneşin Aydınlık Kulları). Jumreden ortak tanıdıklarından konuştular. Biraz dedikodu yaptılar. Yemeğin sonunda (Raas) tatlı istediğini söyledi. -- Şekerli değil psikosomatik tatlandırıcılı. Psikosomatik tatlandırıcılar uyuşturucu olarak kullanılıyordu. Şeker tadında keyif vericiler. (Yezur) da aynısından istedi çünkü uyuşturucu almış birinin yanında ayık olarak bulunmak istemiyordu.

Tatlıyı yedikten sonra odaları dışarıya kapandı ve (Yezur)u sarhoş eden dumandan dolmaya başladı. Yerden köpük çıkmaya başlamıştı.

(Raas)ın yüzünde bir kaplan ifadesi belirdi. -- Seninle astral bir seyahat yapacağız dedi. (Yezur)un o akşama dair hatırladığı en belirgin anı bu kaldı.

Astral seyahat yaptılar. Bedenleri birleşti, ayrıldı, yeniden birleşti. Oda duman ve köpükten görülmez haldeyken şaman müziklerini andıran bir müzik ve sanal gezegenlerde gezdikleri görüntülerin olduğu ekranlarla iki saat geçirdiler. En son (Yezur) yediklerinin, gördüklerinin ve havanın etkisiyle kusmaya başladı. (Raas) çoktan kendinden geçmişti. Kusmuğunun üstüne başını koyup uykuya daldı.

Uyandıklarında vakit gece yarısını geçmişti. Odanın havası temizlenmişti. (Yezur)un başında bir ağrı vardı. (Raas) bir içki istemiş, uyanmasını beklerken onu seyrediyordu. (Yezur) gözlerini açtığında tepesinde içki içen çıplak bir kadın gördü. Gözlerini kapattı. Rüya olmak için fazla netsin diye düşündü. Yeniden gözlerini açtığında (Raas) hala oradaydı.

Odanın duvarlarından iki duş başlığı çıkmıştı. Yerinden ekşi bir suratla kalkıp duşa gitti. Önce biraz şampuanlı su aktı, duvardan çıkan robot ellere masaj yaptırdı. (Raas) konuşmadan onu seyrediyordu. En son tepesinden esen rüzgarla kendini kuruttu.

-- Kıyafetlerin kirlenmiş dedi (Raas). Gülüyordu. -- Uzun zamandır bu kadar kendimden geçmemiştim. Soma toleransım azalmış. -- İyi olduğunu söylemişlerdi ama beklediğim gibi olmadı dedi (Raas). Gözlerini dikmiş aşağılama testine nasıl cevap vereceğine bakıyordu. (Yezur) içine dolan kim dedi? sorusunu bastırdı, yalan söylemişler dedi gülerek. (Raas) da gülümsedi.

Temizlik robotlarından kıyafet istediler. Giyindiler. Ortalığı öylece bırakıp çıktılar. (Raas) bir daha buluşur muyuz? dedi. -- Sanmam dedi (Yezur). Beklediğin kadar iyi değilim. (Raas)ın suratı asıldı. Bu sefer testi (Yezur) yapmıştı. Beni aşağılamaya hakkın yok.

Hesabı beraber ödediler. İki araç çağırdılar. Önce (Yezur) bindi. Keyif almış olması gereken ama içindeki boşluğu büyüten bu akşamı biraz daha daha gezerek bitirmek istiyordu. -- Nehir kıyısındaki kafelere gitmek istiyorum dedi. Araç hızlandı. (Raas)a iyi geceler demeyi unuttuğu aklına geldi. Önemsemedi. Başı hala ağrıyordu.

[Zerkubia]