Bir öncekinde yazdığımı okuyunca aklıma geldi. Ben bunları yazmak yerine arayıp birine anlatsam mesela. Tımarhaneye düşmezsem komik bir olay olur. Varoluş kaygısına düştüm yine, aklımda kelimeler, sesler, konuşmalar, aklıma gelenler... Saramago'nun kitabı. Kabil'in Tanrı'yla konuşması...

Bunların günlük dil içinde yeri yok.

Yazı ortaya çıktıktan tarihe benzer bir şey yazılmaya başlayıncaya kadar dörtyüz sene geçmiş. İlk kralların nasıl ortaya çıktığını ve kim olduklarını bilen yok. Yazıyı en önce hesap kitap işleri için kullanmışlar. Falancadan üç kilo buğday, filancadan beş kilo bakır. Tarih veya hikaye yazmak, yazının bunlar için kullanılabileceği akıllarına gelmemiş.

Yazının buradakiler gibi konular için kullanılabileceği de sonradan ortaya çıkmış olmalı. Yazılmaya değer nedir? Neyi yazmak gerekir, neyi konuşmak? Konuşmanın canlılığı bunda yok, yazarken de, okurken de kendinle konuşuyorsun. Yazdığın ve okuduğun kendin. Anlayabilirsen kendini anlıyorsun, anlayamıyorsan kendini anlayamıyorsun.

Konuşmak farklı. Karşında canlı var. Kendinden başka biri. Derdi var. Onun kafasında da pek çok düşünce. Ağzını açıyorsan kulağını da açman gerek. Konuşmanın zorluğu bu.

[Demzen]